senin hayatında benimki gibi olduğu(askerlik hariç) için sana yol göstermesi amaçlı yazıyorum.
lise 3 üncü sınıfa kadar hareketlerim normaldi. bu sınıftan sonra içime çekilmeye başladım. üniversite üçüncü sınıfta psikologa gitmeye karar verdim. ben de sosyal fobi ve yoğun anksiyete varmış, haberim yok. bizde üniversitede devamlı zorunluluğu olmadığı için iyi kötü sınavlara girerek bitirdim.askere gitmek bana resmen işkence gibi geliyordu. ya hep ya hiç misali. yaşamla ölüm arası bir çizgi. ya olacaktı ya da ben olmayacaktım. orda da ilaç kullandım. askerlik komutanlarımın desteği ile iyi kötü bitti. üniversite biteli 4 yıl oldu, cesaret edemedim işe girmeye. ellerim titriyor, terliyor, zamanlı zamansız öfke nöbetleri, kalp çarpıntıları, baş ağrısı, korkuyla karışık kaygı( ama kontrolü imkansız.) sonunda bi sınav kazandım. bundan sonrası için geri dönüşü yoktu. artık mülakata girmeye karar verdim. mülakat üç dakika geçtiği için paniğimi bile hatırlayamadan nasıl geçtiğini anlayamadım. bi baktım dışarda geziyorum. sonra internetten sonuçlara baktım ki kazanmışım. işin en zor kısmı önümde duruyordu. ben ki insanlarla iki kelime bile konuşmaya cesaret etmeyen adam işe başlayacaktı. 5 senedir ilaç kullanmaktan tuhaf bir insan olmuştum. internetten hipnoterapi hakkında araştırma yaptım ve son bir varlık yokluk cesareti ile aradım.
hayatımdaki değişiklikleri anlatayım:
ilk önce sosyal fobiyi iyi tanımak gerek. ismi üstünde insan korkusu. devamlı insanlardan kaçan biri, başka nasıl bir hastalığa yakalanabilir ki! bu hastalıktan daha doğal bir şeye yakalanamaz.
utangaçlık hücrelerimize kadar işlemiş. biz ne kadar gitmek istesekte bacaklarımız bizi götürmüyor. sanki kilitlenmiş bir şekilde duruyorlar. ileri adım atsan düşecekmiş gibi oluyorsun.
çocukluktan başlayıp bu yaşımıza kadar biriktirdiğimiz bir sürü yaşanmamış duyguyu içimizde biriktirmişiz. hipnoz, eft, meditasyon ile duygularımızı boşaltmasını öğreniyoruz.
hayata hep bir tedirginlik, sanki diken üstünde oturuyormuşuz gibi. geleceğin belirsiz kaygısı ve geçmişin omuzumuza binmiş yükü. o kadar ki yolda yürükren başımız önde yürüyoruz.
hep başkalarından sevgi, takdir ve değer verilmesini bekliyoruz. çünkü biz kendimizce çok değersisiz. kendimize vermediğimiz değerleri başkasının bize vermesini bekliyoruz. buna değer satın alma da denir.
hep birileri bizim eksikliğimizi görecek veya gördüğünde de eksikliğimizi yüzümüze vuracak diye bir endişe ile iş yapmaya çalışırız.
hepimizin sert bir babası vardır. sözde bizi koruma duygusu ile hep baskı yaparken aslında bizim özgürlüğümüzü elimizden aldığının farkında değildir. baba da kendince benim söylediklerimi yapmazlarsa otoritem yok olacak ve beni yokluğa mahkum edecekler diye bir endişe vardır.
başkalarının çocukları daima baba için mükemmeldir. ama kendi çocukları daima eksiktir. bir şey bilmiyorlardır.(işin ilginci buna kendimiz bile inanırız. ama başkalarının çocukları sokakta gezerken, biz üniversite bitirmişiz. hep bu ikilemi çözememişimdir.)
sınırsız beklentilerimiz vardır. seçenek o kadar çoktur ki, ne yapacağımızı şaşırırız.
bir sürü takıntı vardır kafamızda. artık neyin hayal, neyin düşünce olduğu ayrımına varamamışızdır.
beden burda iken ruhen hep başka yerdeyizdir.
çok küçükken bütün hayatını etkileyecek bir olay geçmiştir. biz büyüdüğümüz halde o küçük çocuk hala geçmişin ezikliği ile içimizde yaşamaktadır. hayattan zevk almamakta, ailesinden, kendisinden, insanlardan nefret etmektedir. içimizdeki çocuğu biz affetmekte zorlanıyoruzdur.
DEĞERLİ ARKADAŞLAR BU KADAR YETER. USTANIN ÇIRAKTAN BİRAZ FAZLA BİLGİSİ OLMASI GEREK. BİRAZ DA GERİSİNİ SİZ Bİ ZAHMET ÖĞRENİN.
lise 3 üncü sınıfa kadar hareketlerim normaldi. bu sınıftan sonra içime çekilmeye başladım. üniversite üçüncü sınıfta psikologa gitmeye karar verdim. ben de sosyal fobi ve yoğun anksiyete varmış, haberim yok. bizde üniversitede devamlı zorunluluğu olmadığı için iyi kötü sınavlara girerek bitirdim.askere gitmek bana resmen işkence gibi geliyordu. ya hep ya hiç misali. yaşamla ölüm arası bir çizgi. ya olacaktı ya da ben olmayacaktım. orda da ilaç kullandım. askerlik komutanlarımın desteği ile iyi kötü bitti. üniversite biteli 4 yıl oldu, cesaret edemedim işe girmeye. ellerim titriyor, terliyor, zamanlı zamansız öfke nöbetleri, kalp çarpıntıları, baş ağrısı, korkuyla karışık kaygı( ama kontrolü imkansız.) sonunda bi sınav kazandım. bundan sonrası için geri dönüşü yoktu. artık mülakata girmeye karar verdim. mülakat üç dakika geçtiği için paniğimi bile hatırlayamadan nasıl geçtiğini anlayamadım. bi baktım dışarda geziyorum. sonra internetten sonuçlara baktım ki kazanmışım. işin en zor kısmı önümde duruyordu. ben ki insanlarla iki kelime bile konuşmaya cesaret etmeyen adam işe başlayacaktı. 5 senedir ilaç kullanmaktan tuhaf bir insan olmuştum. internetten hipnoterapi hakkında araştırma yaptım ve son bir varlık yokluk cesareti ile aradım.
hayatımdaki değişiklikleri anlatayım:
ilk önce sosyal fobiyi iyi tanımak gerek. ismi üstünde insan korkusu. devamlı insanlardan kaçan biri, başka nasıl bir hastalığa yakalanabilir ki! bu hastalıktan daha doğal bir şeye yakalanamaz.
utangaçlık hücrelerimize kadar işlemiş. biz ne kadar gitmek istesekte bacaklarımız bizi götürmüyor. sanki kilitlenmiş bir şekilde duruyorlar. ileri adım atsan düşecekmiş gibi oluyorsun.
çocukluktan başlayıp bu yaşımıza kadar biriktirdiğimiz bir sürü yaşanmamış duyguyu içimizde biriktirmişiz. hipnoz, eft, meditasyon ile duygularımızı boşaltmasını öğreniyoruz.
hayata hep bir tedirginlik, sanki diken üstünde oturuyormuşuz gibi. geleceğin belirsiz kaygısı ve geçmişin omuzumuza binmiş yükü. o kadar ki yolda yürükren başımız önde yürüyoruz.
hep başkalarından sevgi, takdir ve değer verilmesini bekliyoruz. çünkü biz kendimizce çok değersisiz. kendimize vermediğimiz değerleri başkasının bize vermesini bekliyoruz. buna değer satın alma da denir.
hep birileri bizim eksikliğimizi görecek veya gördüğünde de eksikliğimizi yüzümüze vuracak diye bir endişe ile iş yapmaya çalışırız.
hepimizin sert bir babası vardır. sözde bizi koruma duygusu ile hep baskı yaparken aslında bizim özgürlüğümüzü elimizden aldığının farkında değildir. baba da kendince benim söylediklerimi yapmazlarsa otoritem yok olacak ve beni yokluğa mahkum edecekler diye bir endişe vardır.
başkalarının çocukları daima baba için mükemmeldir. ama kendi çocukları daima eksiktir. bir şey bilmiyorlardır.(işin ilginci buna kendimiz bile inanırız. ama başkalarının çocukları sokakta gezerken, biz üniversite bitirmişiz. hep bu ikilemi çözememişimdir.)
sınırsız beklentilerimiz vardır. seçenek o kadar çoktur ki, ne yapacağımızı şaşırırız.
bir sürü takıntı vardır kafamızda. artık neyin hayal, neyin düşünce olduğu ayrımına varamamışızdır.
beden burda iken ruhen hep başka yerdeyizdir.
çok küçükken bütün hayatını etkileyecek bir olay geçmiştir. biz büyüdüğümüz halde o küçük çocuk hala geçmişin ezikliği ile içimizde yaşamaktadır. hayattan zevk almamakta, ailesinden, kendisinden, insanlardan nefret etmektedir. içimizdeki çocuğu biz affetmekte zorlanıyoruzdur.
DEĞERLİ ARKADAŞLAR BU KADAR YETER. USTANIN ÇIRAKTAN BİRAZ FAZLA BİLGİSİ OLMASI GEREK. BİRAZ DA GERİSİNİ SİZ Bİ ZAHMET ÖĞRENİN.
Yorum