Biz ne tür tepki gösteriyoruz?
Siyasilerden birisi hapşırsa, Borsa altüst oluyor. Bu psikolojide bir toplumuz.
Birisi birisine kızdığında, birisi bir toplantıyı terk ettiğinde, Türkiye'de hayat kaosa dönüşüyorsa, zihinlerde, bireysel ve kurumsal yapılarda negatiflik hakim olduğu için mi öyle oluyor?
Maalesef onunla birlikte daha başka eksiler var. Biz ülke olarak iç dinamikleri son derece kuvvetli bir ülkeyiz. Ama maalesef bu dinamikleri kullanmasını bilmiyoruz. Batı ülkeleri ise bu tür iç dinamiklerden yoksun olmalarına rağmen o boşluğu teknikle aşıyorlar. Onlar teknikleri çok iyi biliyorlar.
İnsanlarımızda müthiş bir eyleme geçme yeteneği var...Çocukça toparlanabilme yeteneği var... Türkler kanı kaynayan insanlar. Ama bunu tekniklerle donatmadığınız takdirde çok yanlış ve çok agresif hareketler ortaya çıkar. Bu dinamikleri tam olarak kullanamıyoruz. Toplumumuzun yüzde 97'sinin gelecekle ilgili, kesinleşmiş hiçbir hedefi yok. Tek hedef; günü kurtarmak. Biz ülke olarak da böyleyiz... Pozitif sulara açılabilmek için ilk yapılacak şey; insanlara bir hedef göstermek...
Nasıl bir hedef?
Motive edici, inandıkları ve ulaşılabilir hedefler olmaslı. Hedef olmadığı takdirde hiçbir şey olmuyor.
İnsanların hedefsizliğinde, ülkenin iktisadi ve sosyal sıkıntılarının, belirsizliğin, istikrarsızlığın 'mazeret' düzeyinde bir etkisi yok mu?
Her insan yüzlerce mazeret söyler.Mazeretleri insanın şişmiş göbeğine benzetiyorum. O göbek, doğrudur, gerçektir; ama hiç faydası yoktur. Biz çok mazeret üreten bir toplumuz.
Pozitif sulara açılmanın yolu...
Ne istediğinizi bileceksiniz. Somut hedefleriniz olacak... Niçin insanlar negatif limanlara demirliyorlar? Soruyorum; bir gemi için en emin yer neresidir? Cevap geliyor; liman. Peki gemiler limanda durmak için mi yapılmıştır? Cevap; hayır...
O halde insanlar neden açılamıyorlar?
Rahatlık bölgelerini terk etmek istemiyorlar. Değişim çok zor geliyor. Eğer siz değişimden korkuyorsanız, eğer siz farklı sonuçlar almak için değişmek gerektiğine inanmıyorsanız, o zaman çok zordur. Ben bir deli tarifi yapıyorum; "hep aynı davranışlarda bulunduğu halde hep farklı sonuçlar bekleyen kişi." Bizim liderlerimiz de farklı sonuçlar bekliyorlar; ama hep aynı davranışlarda bulunuyorlar... Sonuçlar değişmeyecek... Farklılık olması lazım, önce davranışların değişmesi lazım.
Kişisel değişim için ne gerekiyor ilk planda?
4D formülü. 1–Durumumuzu değiştireceğiz. Kendinizi çok kötü bir durumda yakaladınız, omuzlarınız düşük... Yere bakar ve kaygılanmaya başlarsınız... Orhan Gencebay'ın 'Batsın bu dünya'sını dinleyin. Çünkü bu ruh haline en uygun parça budur. Kopartır adamı... Burada asıl yapılacak şey, o anda arkaya yaslanıp karşıya bakmak ve gülümsemek... Bir anda damarlarınızda kanın aktığını hisseder canlanırsınız... 2– Düşüncelerinizi değiştirin. Düşünceler bizim beynimizdeki programlardır. Bunu, anne–babamız–öğretmenlerimiz–çevre–toplum yapıyor, ondan sonra program oluşuyor. 'Biz adam olmayız' diyen bir insanın hiçbir adım atmaya niyeti yoktur. Soruları değiştirmek lazım. Soru şu; 'Neden olmasın?' Soruyu değiştirmekle odağınız değişiyor. 'Niye bütün kötü şeyler bizim ülkemizin başına geliyor? Niye bütün kötü şeyler benim başıma geliyor?' diye sorarsanız tek bir cevap alırsınız; çok salaksınız da ondan. Böyle sorunun cevabı budur. Ama siz odağınızı değiştirin... Her şey değişir. 3–Duygularınızı değiştirin. Düşünceler değişir ve duygular da değişir. Bir genç kız soruyor: Hocam çok canım sıkılıyor, ne yapabilirim? Dedim bir ihtimal daha var; canın sıkılmayabilir... O, o anda sıkılmayı seçmiş... 4–Durumunuz, düşünceleriniz, duygularınız değiştiği takdirde otomatik olarak davranışlarınız değişir.
İnsanda coşku da olur, sıkıntı da olur. Yani coşku ve sıkıntı her zaman iradi tercihlerimiz değildir. Burada iradi olan şu mudur; coşkuyu uzun süre, sıkıntıyı da kısa süre yaşamak?
Elbette. Uç bir örnek; bir seminerde bir dinleyicim kendi yaşadığı bir olayı anlattı. Trafik kazası geçiriyor. Oğlunu ve kızını kaybediyor. Eşi komada. Cenaze namazlarını kılıp, çocuklarını toprağa verdikten sonra mütebessim bir şekilde hastaneye gidiyor. Sordum Mükremin Bey nasıl böyle olabildiniz? "Ben kadere inanan bir insanım. Kadere inanan kederden emin olur. Bu bir takdir–i İlahidir. Düşünüyorum ki, oğlumu uzun süreliğine askere gönderdim. Kızımı da uzak bir yere gelin olarak gönderdim. 15–20 yıl sonra onlarla buluşacağız. Döndüm eşimin yanına... 60 gün komada kaldı... İyileşti ve ancak o zaman öğrendi çocuklarının vefat ettiğini. Yeniden çocuklarımız oldu ve biz şimdi mutlu bir aileyiz... "Hocam bu kadar da olur mu?" diyenler çıkıyor. Mükremin Bey, üzüntüden kendisini bıraksaydı neler olurdu düşünün... Bize dinimiz öyle büyük imkanlar sunuyor ki...
Yani olumlu düşünmenin psikolojik ve sosyal altyapısı hazır aslında...
Evet. Hazır... Amerikalı gitmiş bunu teknik olarak bulmuş. Bize ise bunların hepsi zaten verilmiş.
Olaylar bir 'ilk şok' ile geliyor ve biz o anda alternatifsiz ve genelde negatif bakıyoruz hayata.
Çok doğru. O anda hemen bir ikinci alternatif ortaya koymak zorundayız. Yoksa hayatı yaşamak zorlaşır. Çaresizlik içinde kalırız... Unutmayalım ki, her sorun bir fırsattır...
İnsanın en büyük düşmanı...
Kendisidir...
İ
nsanın, en büyük düşmanı, kendisini yenebilmesinde ben iki şey öngörüyorum; insanın kendisini keşfetmesi ve kendisiyle iletişime geçebilmesi. İinsanın kendisiyle iletişime geçmesi zor...
İnsanın kendisiyle iletişime geçmesi hem çok zor hem çok kolay. Öncelikle bunların farkına varmak lazım. Seminerlerimde diyorum ki, öncelikle kendinizle olan konuşmalarınızı bir düşünün. Siz kendinize şu şu hakaretleri yapıyor musunuz? Kendinize şöyle şöyle diyor musunuz? Hiç kimse gelip de size böyle bir kelime söyleyebilir mi? Hayır diyorlar. Diyorum ki, inanın tahrip ediyorsunuz kendi kendinizi. Ben inanıyorum ki, mide ve baş ağrılarının yüzde 95'i psikolojik. Düşünebiliyor musunuz ki, biz kendi kendimizi kahrediyoruz. Bu konuda rahat, ne istediğini bilen ve kendisiyle barışık insanlar vardır. Onlar hem kendilerine hem de hayata çok güzel sorular sorarlar. Benim hayatım beş yılda değişti. Kendimi refüze etmemeyi öğrendim. Kendime hakaret etmemeyi, kendimle güzel konuşmayı, kendime güzel sorular sormayı öğrendim.
Şimdi nasıl konuşuyorsunuz kendinizle?
Mesela eskiden bir 'Pazartesi Sendromu' vardı. Hafta zaten bitmiş başlıyordu. Şimdi 'Pazartesi Senfonisi' var. Her pazartesi daha büyük bir enerji ile başlıyor hayat. Kelimeleri değiştirin, hayatınız değişir. Kendi kendime 'hadi aslanım, hadi aslanım...' derim. Yumruğumu sallayarak 'olay olay...' derim. İspanyolca Allah demekmiş olay, daha çok hoşuma gitti... Artık başarının dilini anlamaya, konuşmaya, kendimle barışık olmaya o kadar çok alıştım ki... Bu yaşama sevincine, heyecana, mutluluğa sahip olmak inanılmaz bir şey. Şimdi, en büyük hedefim önce kendi hayatıma, sonra başkalarının hayatına değer katabilmek.
'Başarısızlık diye bir şey yoktur sonuçlar vardır.' diyorsunuz. Bu, hayatın içerisinde karşılığı olan bir şey midir, yoksa felsefi bir cümle midir?
O kadar önemli bir cümle ki, duvarlara asılmalı. Ama bunun altı bilinmeli. Bakın, siz on tane ürün satmak için kendinizi programlıyorsunuz, 7 tane satıyorsunuz. Bu bir başarısızlık değildir. Hedefiniz yoksa her şeyi başarısızlık içinde görebilirsiniz. Eğer bir hedefiniz varsa, hayatta iki şey olur; ya kazanırsınız ya öğrenirsiniz. Eğer sizin bir hedefiniz yoksa; ne kazanırsınız ne de öğrenirsiniz. Başarısızlık diye bir şey yoktur, sadece ve sadece sonuçlar vardır. Ben, ilk seminerimi büyük bir kurumda verdiğimde henüz hazır değildim. Korkunç bir seminerdi... Geri dönüşüm kağıtlarında bir cümle vardı; "Bir daha böyle bir eğitimi burada aldırmayın, vakit kaybından başka bir şey değil. Bir daha bu adamı da buraya sokmayın." diyordu. Orada çok şey öğrendim ki, eğer öğrenmeseydim, sonuçları göremeseydim benim için o gün her şey bitmişti. Şimdi her eğitime giderken o kağıdı bir kere daha okuyorum... Şimdi ben her programdan, ne öğrendim diye çıkarım.
İnsan için güç nedir?
Amaçlanan hedeflere ulaşmak. Hedefi olmayan insanın gücü de yoktur. Önce küçük, sonra büyük, sonra daha büyük hedefler koymak...
Peki insan hedefe nasıl odaklanır?
Toplumsal konularda hedefe odaklanmak için bazı altyapılara ihtiyaç var. Türkiye'de bazı alanlarda bu alt yapılar yok. Mesela yolsuzluklarla mücadele konusunda bir odaklanma yok. Hâlâ bilinçsizlik var, yolsuzluk içerisinde ne kazanabilirim diyenler var. Kurumlar bireylerden oluşur. Biz bireysel olarak bu odaklanmaları mükemmel bir şekilde yapabilirsek, bireylerin değişimi toplumun değişimi demektir. Bu da 10 yıl 20 yıl sürebilir.
Bireysel bazda odaklanma nasıl gerçekleşir?
Siz hedefinizi gerçekleştirdiğiniz zaman neler göreceksiniz, neler işiteceksiniz ve neler hissedeceksiniz? Bu üç duyu çok önemli. Bu bir nevi hipnozdur. Ben sürekli olarak bu otohipnozu kullanıyorum. Hedef gerçekleşti, son noktada neler göreceğinizi önceden yaşamaktır, söylediğim. 'Ölmeden önce ölünüz' de bu anlamda bir şey... O ölüm olayını yaşarsanız zaten yaşantınızda bütün davranışlar değişir. O son noktada, neler göreceksiniz, neler işiteceksiniz, neler hissedeceksiniz... Anthony Robbins'in 'Sınırsız Güç' kitabını okudum. 5 bin kişiye seminer verdiğini öğrendim... Dedim ki, 'Ben de yapabilir miyim?' Üç yıl boyunca hep aynı rüyayı gördüm, karşımda 5 bin kişi ve ben konuşuyorum... Gün geldi bu rüya gerçek oldu... Çünkü o heyecanı yaşamadan yaşamıştım.
İnsan için önemli bir çıkış da, 'soruna değil çözüme odaklanmak'.
Her zaman bir seçenek vardır. Bakın, "Her şeyde bir hayır vardır", "Hayır ve şer Allah'tandır", "Her sorun bir fırsattır" diyoruz. Önemli olan bunları hayata geçirebilmek. Bir Kemal Derviş geldi, topluma moral verdi, birden Borsa'da farklılıklar oldu. Herkes ona inanmak istiyor.
Toplumsal aktörlerin baktığı yerden bakıyor insanlar...
Lider çok önemli. Biz, belirlemiş olduğu birtakım hedeflere ulaşan kişiyi lider zannediyoruz. Halbuki, takipçilerini de hedefe ulaştırmayan insan, gerçekte lider olamaz. Türkiye'de başarılı insanlara lider muamelesi yapılıyor ve onlara kaldıramayacakları yükler yükleniyor. Biz öğrenmeyi de, düşünmeyi de öğrenmeliyiz. Biz, bir problem çıktığında düşünmeye çalışıyoruz. Problem çıkmadan hiçbir şey düşünmüyoruz. Hedefimiz yok. 'Bu nasıl daha iyi olabilir?' sorusunu sormuyoruz. Sadece ve sadece 'Her şey şimdiki gibi olmalı'ya odaklanmışız. Çünkü rahatımızı terk etmek istemiyoruz.
Öğrenilmiş çaresizliklerimiz mi var bizim?
Bize okullarda öğretilen maalesef çoğunlukla bu. Pirelerin zıplama örneği var. Avrupa'da bir deney yapılıyor. Isıtılmış bir sacın üzerine pireleri koyuyorlar. Ölçüyorlar ki, pireler 60 cm zıplıyor. Sonra pireleri 30 cm bir kavanoza koyuyorlar ve kapağını kapatıp ısıtıyorlar. Pireler zıpladıkça kafalarını kapağa vuruyorlar... Sonra 29 cm zıplıyorlar ve artık kafalarını vurmuyorlar... Bir müddet sonra kavanozun kapağını açıyorlar ve yine ısıtıyorlar; ama pireler zıpladıkları halde bir tanesi dahi dışarı çıkamıyor... Benim bütün okullarım bitti ve üniversiteden mezun olduğum zaman hayatta ne yapamayacağımı çok iyi bilerek mezun oldum.
Bizde hayat 'öğrenilmiş çaresizliği' aşma mücadelesiyle mi başlıyor?
İnanın öyle. Ama çok az insan bunu aşabiliyor. Çok az insan içindeki 'büyük güç'ü keşfedebiliyor. Dünyada değiştirebileceğimiz bir tek insan var; o da kendimiz. Bizim en büyük yanlışımız, hep başkalarını değiştirmeye çalışmak. İnsan, kendi sabit kalarak; arkadaşlarını, kurumları, devleti değiştirmeye çalışıyor. Kendinizi değiştirmediğiniz sürece hiçbir şekilde bir değişim olmayacağını anlamanız gerekiyor.
Düşünceyi, pozitif değişimi ve başarıyı yakalamak için doğru soruyu sormak gerekiyor. Peki ama doğru soruyu nasıl soracağız?
Sorular cevaplardır. Asıl mesele de burası, doğru soru. Düşünme şudur, sorduğumuz sorular, aldığımız cevaplar. Biz sürekli olarak sorular soruyor, cevaplar alıyoruz. Ama yanlış sorular sorarsak, kesinlikle yanlış cevaplar alırız. Ben nasıl kendimi daha çok geliştirebilirim, ben nasıl insanlarla daha doğru iletişim kurabilirim, ben nasıl hazırlıklı olarak fırsatları bekleyebilirim?.. Diye kendimize sormalıyız. Yürekler üzerine korku ve terör salarak elde edilen başarılar geçicidir. Kalıcı olan yürekleri coşturarak fethetmek, harekete geçirip sevgi yeşertmektir. Ben ikinci yolu seçerken ömrümden sonraki bir döneme de yatırım yapmış olduğumu düşünüyorum.
Pozitif sulardan bir kaç örnek verelim mi?
Hayalleriniz suya düştüğünde üzülmemek için ne yaparsınız? (Onlara önceden yüzme öğretirim...)
Bir şampiyon müsabaka öncesi nasıl düşünür?
(Şampiyon gibi...)
Dilekler nasıl gerçekleşir?
(İstek haline gelmezse asla gerçekleşmez...)
Hayatımızın düzenini başımıza gelen olaylar mı belirler? (Hayır, olaylara karşı tepkilerimiz...)
Hedefe ulaşmak için gereken ruh halinin adı nedir? (Adanmak...)
Bir dünya şampiyonunu yenmenin ilk şartı nedir? (Onun kimliğini unutmak...)
Üzüntü, kaygı ve stresimizi atmanın yolu nedir?
(Hedeflerimizi büyütmek...)
Her şeyi başarmayı isteyen bir insan neyi başarır? (Hiçbir şeyi...)
Bir şeyi başarmayı çok isteyen bir insan neyi başarır? (Her şeyi...)
İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta sizi asla yalnız bırakmayan kimdir? (Hedefleriniz...)
En çok bilmemiz gereken nedir?
(Ne istediğimiz...)
Bir zincir ne kadar kuvvetlidir?
(En zayıf halkası kadar...)
Bilginin miktarından daha önemli olan nedir?
(Kalitesi ve kullanılma biçimi...)
kaynak:http://www.donusumkonagi.net/makale....hafiza_egitimi
Siyasilerden birisi hapşırsa, Borsa altüst oluyor. Bu psikolojide bir toplumuz.
Birisi birisine kızdığında, birisi bir toplantıyı terk ettiğinde, Türkiye'de hayat kaosa dönüşüyorsa, zihinlerde, bireysel ve kurumsal yapılarda negatiflik hakim olduğu için mi öyle oluyor?
Maalesef onunla birlikte daha başka eksiler var. Biz ülke olarak iç dinamikleri son derece kuvvetli bir ülkeyiz. Ama maalesef bu dinamikleri kullanmasını bilmiyoruz. Batı ülkeleri ise bu tür iç dinamiklerden yoksun olmalarına rağmen o boşluğu teknikle aşıyorlar. Onlar teknikleri çok iyi biliyorlar.
İnsanlarımızda müthiş bir eyleme geçme yeteneği var...Çocukça toparlanabilme yeteneği var... Türkler kanı kaynayan insanlar. Ama bunu tekniklerle donatmadığınız takdirde çok yanlış ve çok agresif hareketler ortaya çıkar. Bu dinamikleri tam olarak kullanamıyoruz. Toplumumuzun yüzde 97'sinin gelecekle ilgili, kesinleşmiş hiçbir hedefi yok. Tek hedef; günü kurtarmak. Biz ülke olarak da böyleyiz... Pozitif sulara açılabilmek için ilk yapılacak şey; insanlara bir hedef göstermek...
Nasıl bir hedef?
Motive edici, inandıkları ve ulaşılabilir hedefler olmaslı. Hedef olmadığı takdirde hiçbir şey olmuyor.
İnsanların hedefsizliğinde, ülkenin iktisadi ve sosyal sıkıntılarının, belirsizliğin, istikrarsızlığın 'mazeret' düzeyinde bir etkisi yok mu?
Her insan yüzlerce mazeret söyler.Mazeretleri insanın şişmiş göbeğine benzetiyorum. O göbek, doğrudur, gerçektir; ama hiç faydası yoktur. Biz çok mazeret üreten bir toplumuz.
Pozitif sulara açılmanın yolu...
Ne istediğinizi bileceksiniz. Somut hedefleriniz olacak... Niçin insanlar negatif limanlara demirliyorlar? Soruyorum; bir gemi için en emin yer neresidir? Cevap geliyor; liman. Peki gemiler limanda durmak için mi yapılmıştır? Cevap; hayır...
O halde insanlar neden açılamıyorlar?
Rahatlık bölgelerini terk etmek istemiyorlar. Değişim çok zor geliyor. Eğer siz değişimden korkuyorsanız, eğer siz farklı sonuçlar almak için değişmek gerektiğine inanmıyorsanız, o zaman çok zordur. Ben bir deli tarifi yapıyorum; "hep aynı davranışlarda bulunduğu halde hep farklı sonuçlar bekleyen kişi." Bizim liderlerimiz de farklı sonuçlar bekliyorlar; ama hep aynı davranışlarda bulunuyorlar... Sonuçlar değişmeyecek... Farklılık olması lazım, önce davranışların değişmesi lazım.
Kişisel değişim için ne gerekiyor ilk planda?
4D formülü. 1–Durumumuzu değiştireceğiz. Kendinizi çok kötü bir durumda yakaladınız, omuzlarınız düşük... Yere bakar ve kaygılanmaya başlarsınız... Orhan Gencebay'ın 'Batsın bu dünya'sını dinleyin. Çünkü bu ruh haline en uygun parça budur. Kopartır adamı... Burada asıl yapılacak şey, o anda arkaya yaslanıp karşıya bakmak ve gülümsemek... Bir anda damarlarınızda kanın aktığını hisseder canlanırsınız... 2– Düşüncelerinizi değiştirin. Düşünceler bizim beynimizdeki programlardır. Bunu, anne–babamız–öğretmenlerimiz–çevre–toplum yapıyor, ondan sonra program oluşuyor. 'Biz adam olmayız' diyen bir insanın hiçbir adım atmaya niyeti yoktur. Soruları değiştirmek lazım. Soru şu; 'Neden olmasın?' Soruyu değiştirmekle odağınız değişiyor. 'Niye bütün kötü şeyler bizim ülkemizin başına geliyor? Niye bütün kötü şeyler benim başıma geliyor?' diye sorarsanız tek bir cevap alırsınız; çok salaksınız da ondan. Böyle sorunun cevabı budur. Ama siz odağınızı değiştirin... Her şey değişir. 3–Duygularınızı değiştirin. Düşünceler değişir ve duygular da değişir. Bir genç kız soruyor: Hocam çok canım sıkılıyor, ne yapabilirim? Dedim bir ihtimal daha var; canın sıkılmayabilir... O, o anda sıkılmayı seçmiş... 4–Durumunuz, düşünceleriniz, duygularınız değiştiği takdirde otomatik olarak davranışlarınız değişir.
İnsanda coşku da olur, sıkıntı da olur. Yani coşku ve sıkıntı her zaman iradi tercihlerimiz değildir. Burada iradi olan şu mudur; coşkuyu uzun süre, sıkıntıyı da kısa süre yaşamak?
Elbette. Uç bir örnek; bir seminerde bir dinleyicim kendi yaşadığı bir olayı anlattı. Trafik kazası geçiriyor. Oğlunu ve kızını kaybediyor. Eşi komada. Cenaze namazlarını kılıp, çocuklarını toprağa verdikten sonra mütebessim bir şekilde hastaneye gidiyor. Sordum Mükremin Bey nasıl böyle olabildiniz? "Ben kadere inanan bir insanım. Kadere inanan kederden emin olur. Bu bir takdir–i İlahidir. Düşünüyorum ki, oğlumu uzun süreliğine askere gönderdim. Kızımı da uzak bir yere gelin olarak gönderdim. 15–20 yıl sonra onlarla buluşacağız. Döndüm eşimin yanına... 60 gün komada kaldı... İyileşti ve ancak o zaman öğrendi çocuklarının vefat ettiğini. Yeniden çocuklarımız oldu ve biz şimdi mutlu bir aileyiz... "Hocam bu kadar da olur mu?" diyenler çıkıyor. Mükremin Bey, üzüntüden kendisini bıraksaydı neler olurdu düşünün... Bize dinimiz öyle büyük imkanlar sunuyor ki...
Yani olumlu düşünmenin psikolojik ve sosyal altyapısı hazır aslında...
Evet. Hazır... Amerikalı gitmiş bunu teknik olarak bulmuş. Bize ise bunların hepsi zaten verilmiş.
Olaylar bir 'ilk şok' ile geliyor ve biz o anda alternatifsiz ve genelde negatif bakıyoruz hayata.
Çok doğru. O anda hemen bir ikinci alternatif ortaya koymak zorundayız. Yoksa hayatı yaşamak zorlaşır. Çaresizlik içinde kalırız... Unutmayalım ki, her sorun bir fırsattır...
İnsanın en büyük düşmanı...
Kendisidir...
İ
nsanın, en büyük düşmanı, kendisini yenebilmesinde ben iki şey öngörüyorum; insanın kendisini keşfetmesi ve kendisiyle iletişime geçebilmesi. İinsanın kendisiyle iletişime geçmesi zor...
İnsanın kendisiyle iletişime geçmesi hem çok zor hem çok kolay. Öncelikle bunların farkına varmak lazım. Seminerlerimde diyorum ki, öncelikle kendinizle olan konuşmalarınızı bir düşünün. Siz kendinize şu şu hakaretleri yapıyor musunuz? Kendinize şöyle şöyle diyor musunuz? Hiç kimse gelip de size böyle bir kelime söyleyebilir mi? Hayır diyorlar. Diyorum ki, inanın tahrip ediyorsunuz kendi kendinizi. Ben inanıyorum ki, mide ve baş ağrılarının yüzde 95'i psikolojik. Düşünebiliyor musunuz ki, biz kendi kendimizi kahrediyoruz. Bu konuda rahat, ne istediğini bilen ve kendisiyle barışık insanlar vardır. Onlar hem kendilerine hem de hayata çok güzel sorular sorarlar. Benim hayatım beş yılda değişti. Kendimi refüze etmemeyi öğrendim. Kendime hakaret etmemeyi, kendimle güzel konuşmayı, kendime güzel sorular sormayı öğrendim.
Şimdi nasıl konuşuyorsunuz kendinizle?
Mesela eskiden bir 'Pazartesi Sendromu' vardı. Hafta zaten bitmiş başlıyordu. Şimdi 'Pazartesi Senfonisi' var. Her pazartesi daha büyük bir enerji ile başlıyor hayat. Kelimeleri değiştirin, hayatınız değişir. Kendi kendime 'hadi aslanım, hadi aslanım...' derim. Yumruğumu sallayarak 'olay olay...' derim. İspanyolca Allah demekmiş olay, daha çok hoşuma gitti... Artık başarının dilini anlamaya, konuşmaya, kendimle barışık olmaya o kadar çok alıştım ki... Bu yaşama sevincine, heyecana, mutluluğa sahip olmak inanılmaz bir şey. Şimdi, en büyük hedefim önce kendi hayatıma, sonra başkalarının hayatına değer katabilmek.
'Başarısızlık diye bir şey yoktur sonuçlar vardır.' diyorsunuz. Bu, hayatın içerisinde karşılığı olan bir şey midir, yoksa felsefi bir cümle midir?
O kadar önemli bir cümle ki, duvarlara asılmalı. Ama bunun altı bilinmeli. Bakın, siz on tane ürün satmak için kendinizi programlıyorsunuz, 7 tane satıyorsunuz. Bu bir başarısızlık değildir. Hedefiniz yoksa her şeyi başarısızlık içinde görebilirsiniz. Eğer bir hedefiniz varsa, hayatta iki şey olur; ya kazanırsınız ya öğrenirsiniz. Eğer sizin bir hedefiniz yoksa; ne kazanırsınız ne de öğrenirsiniz. Başarısızlık diye bir şey yoktur, sadece ve sadece sonuçlar vardır. Ben, ilk seminerimi büyük bir kurumda verdiğimde henüz hazır değildim. Korkunç bir seminerdi... Geri dönüşüm kağıtlarında bir cümle vardı; "Bir daha böyle bir eğitimi burada aldırmayın, vakit kaybından başka bir şey değil. Bir daha bu adamı da buraya sokmayın." diyordu. Orada çok şey öğrendim ki, eğer öğrenmeseydim, sonuçları göremeseydim benim için o gün her şey bitmişti. Şimdi her eğitime giderken o kağıdı bir kere daha okuyorum... Şimdi ben her programdan, ne öğrendim diye çıkarım.
İnsan için güç nedir?
Amaçlanan hedeflere ulaşmak. Hedefi olmayan insanın gücü de yoktur. Önce küçük, sonra büyük, sonra daha büyük hedefler koymak...
Peki insan hedefe nasıl odaklanır?
Toplumsal konularda hedefe odaklanmak için bazı altyapılara ihtiyaç var. Türkiye'de bazı alanlarda bu alt yapılar yok. Mesela yolsuzluklarla mücadele konusunda bir odaklanma yok. Hâlâ bilinçsizlik var, yolsuzluk içerisinde ne kazanabilirim diyenler var. Kurumlar bireylerden oluşur. Biz bireysel olarak bu odaklanmaları mükemmel bir şekilde yapabilirsek, bireylerin değişimi toplumun değişimi demektir. Bu da 10 yıl 20 yıl sürebilir.
Bireysel bazda odaklanma nasıl gerçekleşir?
Siz hedefinizi gerçekleştirdiğiniz zaman neler göreceksiniz, neler işiteceksiniz ve neler hissedeceksiniz? Bu üç duyu çok önemli. Bu bir nevi hipnozdur. Ben sürekli olarak bu otohipnozu kullanıyorum. Hedef gerçekleşti, son noktada neler göreceğinizi önceden yaşamaktır, söylediğim. 'Ölmeden önce ölünüz' de bu anlamda bir şey... O ölüm olayını yaşarsanız zaten yaşantınızda bütün davranışlar değişir. O son noktada, neler göreceksiniz, neler işiteceksiniz, neler hissedeceksiniz... Anthony Robbins'in 'Sınırsız Güç' kitabını okudum. 5 bin kişiye seminer verdiğini öğrendim... Dedim ki, 'Ben de yapabilir miyim?' Üç yıl boyunca hep aynı rüyayı gördüm, karşımda 5 bin kişi ve ben konuşuyorum... Gün geldi bu rüya gerçek oldu... Çünkü o heyecanı yaşamadan yaşamıştım.
İnsan için önemli bir çıkış da, 'soruna değil çözüme odaklanmak'.
Her zaman bir seçenek vardır. Bakın, "Her şeyde bir hayır vardır", "Hayır ve şer Allah'tandır", "Her sorun bir fırsattır" diyoruz. Önemli olan bunları hayata geçirebilmek. Bir Kemal Derviş geldi, topluma moral verdi, birden Borsa'da farklılıklar oldu. Herkes ona inanmak istiyor.
Toplumsal aktörlerin baktığı yerden bakıyor insanlar...
Lider çok önemli. Biz, belirlemiş olduğu birtakım hedeflere ulaşan kişiyi lider zannediyoruz. Halbuki, takipçilerini de hedefe ulaştırmayan insan, gerçekte lider olamaz. Türkiye'de başarılı insanlara lider muamelesi yapılıyor ve onlara kaldıramayacakları yükler yükleniyor. Biz öğrenmeyi de, düşünmeyi de öğrenmeliyiz. Biz, bir problem çıktığında düşünmeye çalışıyoruz. Problem çıkmadan hiçbir şey düşünmüyoruz. Hedefimiz yok. 'Bu nasıl daha iyi olabilir?' sorusunu sormuyoruz. Sadece ve sadece 'Her şey şimdiki gibi olmalı'ya odaklanmışız. Çünkü rahatımızı terk etmek istemiyoruz.
Öğrenilmiş çaresizliklerimiz mi var bizim?
Bize okullarda öğretilen maalesef çoğunlukla bu. Pirelerin zıplama örneği var. Avrupa'da bir deney yapılıyor. Isıtılmış bir sacın üzerine pireleri koyuyorlar. Ölçüyorlar ki, pireler 60 cm zıplıyor. Sonra pireleri 30 cm bir kavanoza koyuyorlar ve kapağını kapatıp ısıtıyorlar. Pireler zıpladıkça kafalarını kapağa vuruyorlar... Sonra 29 cm zıplıyorlar ve artık kafalarını vurmuyorlar... Bir müddet sonra kavanozun kapağını açıyorlar ve yine ısıtıyorlar; ama pireler zıpladıkları halde bir tanesi dahi dışarı çıkamıyor... Benim bütün okullarım bitti ve üniversiteden mezun olduğum zaman hayatta ne yapamayacağımı çok iyi bilerek mezun oldum.
Bizde hayat 'öğrenilmiş çaresizliği' aşma mücadelesiyle mi başlıyor?
İnanın öyle. Ama çok az insan bunu aşabiliyor. Çok az insan içindeki 'büyük güç'ü keşfedebiliyor. Dünyada değiştirebileceğimiz bir tek insan var; o da kendimiz. Bizim en büyük yanlışımız, hep başkalarını değiştirmeye çalışmak. İnsan, kendi sabit kalarak; arkadaşlarını, kurumları, devleti değiştirmeye çalışıyor. Kendinizi değiştirmediğiniz sürece hiçbir şekilde bir değişim olmayacağını anlamanız gerekiyor.
Düşünceyi, pozitif değişimi ve başarıyı yakalamak için doğru soruyu sormak gerekiyor. Peki ama doğru soruyu nasıl soracağız?
Sorular cevaplardır. Asıl mesele de burası, doğru soru. Düşünme şudur, sorduğumuz sorular, aldığımız cevaplar. Biz sürekli olarak sorular soruyor, cevaplar alıyoruz. Ama yanlış sorular sorarsak, kesinlikle yanlış cevaplar alırız. Ben nasıl kendimi daha çok geliştirebilirim, ben nasıl insanlarla daha doğru iletişim kurabilirim, ben nasıl hazırlıklı olarak fırsatları bekleyebilirim?.. Diye kendimize sormalıyız. Yürekler üzerine korku ve terör salarak elde edilen başarılar geçicidir. Kalıcı olan yürekleri coşturarak fethetmek, harekete geçirip sevgi yeşertmektir. Ben ikinci yolu seçerken ömrümden sonraki bir döneme de yatırım yapmış olduğumu düşünüyorum.
Pozitif sulardan bir kaç örnek verelim mi?
Hayalleriniz suya düştüğünde üzülmemek için ne yaparsınız? (Onlara önceden yüzme öğretirim...)
Bir şampiyon müsabaka öncesi nasıl düşünür?
(Şampiyon gibi...)
Dilekler nasıl gerçekleşir?
(İstek haline gelmezse asla gerçekleşmez...)
Hayatımızın düzenini başımıza gelen olaylar mı belirler? (Hayır, olaylara karşı tepkilerimiz...)
Hedefe ulaşmak için gereken ruh halinin adı nedir? (Adanmak...)
Bir dünya şampiyonunu yenmenin ilk şartı nedir? (Onun kimliğini unutmak...)
Üzüntü, kaygı ve stresimizi atmanın yolu nedir?
(Hedeflerimizi büyütmek...)
Her şeyi başarmayı isteyen bir insan neyi başarır? (Hiçbir şeyi...)
Bir şeyi başarmayı çok isteyen bir insan neyi başarır? (Her şeyi...)
İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta sizi asla yalnız bırakmayan kimdir? (Hedefleriniz...)
En çok bilmemiz gereken nedir?
(Ne istediğimiz...)
Bir zincir ne kadar kuvvetlidir?
(En zayıf halkası kadar...)
Bilginin miktarından daha önemli olan nedir?
(Kalitesi ve kullanılma biçimi...)
kaynak:http://www.donusumkonagi.net/makale....hafiza_egitimi
Yorum