Arkadaşlar doktorumun yazdığı bu makaleyi sizlerle paylaşmak istedim. umarım faydası olur sizin için.
Özellikle dini içerikli obsesyoların (vesveselerin) kültüre bağlı olarak dindar toplumlarda daha çok görüldüğü belirtilmektedir (26). Elbette bu obsesyonların tedavisinde hastanın, bilişsel yaklaşımla, dini açıdan zarar görmediğinin gösterilmesi için din bilginlerinin açıklama ve yaklaşımlarına ihtiyaç vardır. Bu konudaki en güncel ve mükemmel yaklaşımı Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde bulduğumu belirtme zorunluluğu duymaktayım.
Vesvese, metafizik açıdan, şeytanın insan kalbini kurcalaması, hayal aynasına bir kısım resim ve manzaralar, hatıra ve hayaller atması demektir. Şeytanın bir insana, bilhassa mü’mine karşı oynayacağı son rol ve kullanacağı son siper, son mevzi ve silah vesvesedir (32). Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve peygamberimizin hadislerinin ışığında meseleyi ele alan diğer islam düşünürleri gibi Bediüzzaman Said Nursi’ye göre de vesvese şeytan tarafından insanın kalbine atılan bir şüphedir.
“Muhakkak ki şeytanın hileleri zayıftır” (Nisa Suresi:4/76) Var, ama yok gibidir şeytanın hilesi. Şeytanın attığı okların, gönderdiği görüntülerin asli hüviyetleri ve herhangi bir zararı yoktur. Şeytanın vesvese adına bir kibrit çöpü kadar yokken, insan onu ormanları yaktıracak hale getirebilir (32).
Bediüzzaman Said Nursi önce vesvesenin ortaya çıkışını anlatmaktadır. Daha sonra bunun insanın iradesinin ve isteği dışında geliştiğini anlatarak sorumluluk olmayacağını belirtmektedir. Bilişsel yaklaşıma göre bu kişilerdeki kendini sorumlu tutma duygusunun fazla olduğunu düşünürsek bu önemli bir yaklaşım tarzıdır.
“Hayali çağrışımlar bir çeşit irade dışı resim yapmadır. Hayal etme güzele ve doğruya ait ise gerçeğin bir şekli ve örneği gibi olur. Güneşin ışık ve ısısı, aynada gerçek özellikleriyle görüldüğü gibi.. kötü ve yanlışa ait ise, gerçeğin hükmü ve özelliği şekline geçmez ve yansımasına yerleşmez. Örneğin pis ve iğrenç bir şeyin aynadaki yansıması ne pis ne de iğrençtir. Küfür tasavvur etmek küfür olmadığı gibi; kötü şey hayal etmek, kötü şeyin kendisi değildir. Özellikle iradesiz ve farazi tahattur ise tamamen zararsızdır. Ehl-i Sünnet ve Cemaate göre eşyadaki kötü ve çirkinlik Allah’ın yasaklaması sebebiyledir.” (14)
İnsanın farazi tahatturu iradesiz ve isteğinin dışında, hayali çağrışımdır; yasak ona olmaz. O hayal ne kadar çirkin ve pis bir şeyin biçimi olsa da çirkin ve pis olmaz. (14)
Bilişsel görüşe göre kişinin yaşadığı bir olayı yorumlayış tarzı onun duygusal tepkisini belirleyecektir. Olayın kişiye özel anlamının duygusal tepkiyi belirlediği düşüncesi bilişsel modelin temelini oluşturmaktadır (4).
“Anlam” bir “biliş” (cognition) içinde yer alır. Kişinin olay karşısında gösterdiği duygusal tepkiyi anlamak için, olayın sözcük anlamı üzerinde değil kişisel anlamı üzerinde durmak gerekir (5). Güzel ahlaklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür; fena ahlaklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür (33).
Bilişsel görüşe göre hasta bir olayın gerçekleşme ihtimalini ve gerçekleştiğinde “tehditi” abartılı olarak değerlendirmektedir. Tedavide hastaya bu abartılı değerlendirmenin farkına varması temeldir. Buna BSN verdiği örneğin güzelliğini vurgulamadan geçemeyeceğim. Bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti, İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lazım geldi. Araba yok. Sultan Eyyüb’e gitmeğe mecburuz. Israr ettim; dedi: “Korkuyorum, belki batacağız!” Ona dedim: Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?” dedi: “ Belki bin var.” Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?” Dedi: “Bir iki tane, bazen bazı sene hiç batmaz.” Dedim: “Sene kaç gündür?” Dedi: “Üçyüz altmış gündür.” Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üçyüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir.” (19).
Yine Bediüzzaman Said Nursi bu hastalıkta hastaların bilgilendirilmesinin ve önem vermemenin faydalı olacağını belirtmektedir. Dini konularda gelecek şüpheler ile ilgili bilgi BSN’nin bu eserinden sağlanabilir.
27
“Rabbim şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim! (Mü’minun: 97-98)
Ey şüphe hastalığına yakalanmış! Şüphen belaya benzer: önem verdikçe, büyük gördükçe artar; Önem vermez ve küçük görür isen söner. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, gizli kalır.
İçeriğini bilmezsen devam eder, yerleşir. İçeriğini tanısan gider. Şüpheyi bilgisizlik davet eder, bilgi onu uzaklaştırır ( 15 ).
Hayal etme ve düşünmenin inanmayla aynı olmadığını belirtmektedir. O’na göre hayal etmede irade söz konusu değilken
inanmada irade söz konusudur. Şeytan önce şüpheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şüpheden küfretme ve saygısızlığa döner. Hayale karşı saygısızlığa benzer bazı pis hatıraları ve edep dışı çirkin durumları tasvir eder. Kalbe “eyvah” dedirtir. Ümitsizliğe düşürtür. Vesveseli kişi zannederki kalbi, Rabbine karşı su-i edepde bulunuyor. Aşırı bir korku ve heyecan hisseder.
Ey biçare vesveseli adam! Telaşlanma; senin belleğinde canlanan küfretme ve saygısızlık değil, belki hayal etmektir. Küfrü hayal etmek, küfür olmadığı gibi; küfretmeyi ve saygısızlığı hayal etme dahi, küfretmek ve saygısızlık etmek değildir. Zira mantık olarak hayal etmek hüküm değildir. Küfretmek ise, hükümdür. Kalbinin bu çirkin ve saygısız sözlerden üzgün olması ve kendini kınaması bu sözlerin kalbinin sözleri olmadığını göstermektedir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytaniden geliyor. Vesvesenin asıl zararı zarar göreceğini düşünmektir. Hükümsüz bir hayali hakikat olarak düşünür, şeytanın işini kendi kalbine mal eder, şeytanın sözünü kendisiden zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği budur. Sözlerin manaları kalbden çıktıklarında biçimden ayrı
olarak hayale gelir; hayalde şekillenirler. Hayal ise, her zaman bir sebeble çeşitli şekiller oluşturur (nesceder). Önem verdiği şeyin şeklini korur ve hangi anlam geçse; onunla ilişkilendirir. Anlamlar temiz, şekiller pis ve çirkinse ilişki temas düzeyinde kalır. Anlamla şekil içiçe girmez. Fakat vesveseli kişi temas etmeyi içiçe girmekle karıştırır. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş” diye düşünür. Nasılki, namazın için farz olan görünürdeki temizliğe, karnının içindeki (barsaklardaki) pislik ona etki etmez ve bozamaz. Öyle de: kutsal anlamların çirkin şekillere mücavereti zarar etmez. Örnek olarak sen Kur’an ayetlerini düşünüyorsun. O sırada bedeninden kalkan fizyolojik bir ihtiyaç duygusu (açlık, susuzluk, abdest bozma vb.) sonrasında bunlarla ilişkili işlerin hayallerinin içinden yüce anlamlar geçecek. Bu anlamlara boşluk, çirkinlik ve zarar vermez. Zarar kişinin zarar gördüğünü düşünme ve zannetmesidir.
Eşyalar arasında gizli ilişki bulunur. Hiç beklenilmeyen şeyler içinde ilişki bulunur. Bu ilişki (kelime benzerliği, yaşanılan olaylardaki yakınlıkları vb.) onları birbiriyle bağlamış. Bu ilişki nedeniyle mukaddes bir şeyi görmek, çirkin bir şeyi akla getirir. İki zıt şeyin beraber olmasına hayali ilişki yol açar. Bu ilişki ile gelen tahattura, tedai-yi efkar (düşüncelerin çağrışımı-kısaca çağrışım) denir. Namazda iken çağrışım lüzumsuz çirkin şeylere yöneltir. Farkında olunca, dön. “Aman ne kusur ettim” deyip araştırmakla meşgul olma ki, o zayıf ilişki dikkatinle güçlenmesin. Zira üzüldükçe, önem verdikçe o zayıf tahatturun melekeye (alışkanlığa) döner. Hayal hastalığı olur. Korkma kalpten kaynaklanan bir hastalık değildir. Bu çeşit tahattur genellikle iradesizdir. Şeytan, şu çeşit vesvesenin madenini çok işlettirir. Hâlbuki çağrışım genellikle ihtiyarsızdır. Onda kişinin mesuliyeti yoktur. Çağrışımda mücaveret var; temas ve karışma yoktur. Bundan dolayı düşüncelerin keyfiyetleri birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Çağrışım nedeniyle istemediğin pis hayaller temiz düşüncelerin içine girse; zarar vermez. Kasıt olduğunda veya zarar gördüm zannıyla aşırı meşgul olma kişiye zarar verir.
Amelin en iyi şeklini araştırmadan kaynaklanan vesvese takva zanniyle şiddetlendikçe, durum daha da kötüleşir. Hatta amelin iyisini ararken, harama düşer. Ehl-i Sünnet ve Cemaat’a göre eşyanın zatında (kendisinde) çirkinlik ve güzellik yoktur. Ancak Allah’ın emriyle güzellik, yasaklamasıyla çirkinlik tahakkuk eder. Güzel ve çirkin, kişinin farkında olmasıyla ilişkili ve ona göre kesinleşir. Bir şey zatında güzel veya çirkin olsaydı, yaptığın hatalı ibadet kabul olmazdı. Kişi abdest alsa ve namaz kılsa. Sonradan abdestini ve namazını bozacak bir sebeb, bu amellerde olsa; ancak sen hiç fark etmediysen senin abdest ve namazın doğru ve güzeldir. Daha önce farkına varmadığın için o ibadeti yerine getirirken bilginin dışında doğru olduğuna inanarak yerine getirdiğin için ibadetin geçerlidir. Kişi ibadetindeki tekrarlayan vesveseye aldırış etmemelidir. İbadetinin tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir (32).
Duyuru
Collapse
No announcement yet.
Dini takıntısı olanlar
Collapse
X
-
Dini takıntısı olanlar
-
İmani konularda şüphe suretinde gelen vesvesede kişi hayal etmeyi düşünüp kabul etme ile değiştiriyor. Yani hayale gelen bir şüpheyi, aklında inancıyla ilgili bir şüphe olduğunu zannetmekte ve inancına zarar geldiğini kabul etmektedir. Bazen var olduğunu düşündüğü şüpheyi, imanına zarar veren bir şüphe zanneder. Bazen tasavvur ettiği bir şüpheyi, aklı ile doğruladığı bir şüphe zanneder. Bazen küfre ait bir meseleyi düşünmeyi küfür zanneder. Yani sapıklığın nedenlerini anlamak suretinde düşünme gücünün olmasını, araştırmayı ve tarafsız karar vermeyi imanın aksi zanneder. İşte şeytanın telkininin eseri olan şu zanlardan ürkerek: “Eyvah! Kalbim bozulmuş, inancıma zarar gelmiş” der. Bu durum genellikle isteği dışında olduğundan, cüz-i ihtiyarisiyle düzeltemediğinden ümitsizliğe düşer. Hâlbuki küfrü hayal etmek, küfür olmadığı gibi; küfrü vehmetmek de küfür değildir. Sapıklığı tasavvur etmek sapıklık almadığı gibi; sapıklığı düşünmek de sapıklık değildir. Çünkü: Hayal etmek, olduğunu farz etmek, tasavvur ve düşünme akılla doğrulamaktan ve kalben kabullenmeden ayrıdır ve başkadır. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-i ihtiyariyi pek dinlemiyorlar. Dini sorumluluk altına girmiyorlar. Doğrulamak (tasdik) ve kabullenme (iz’an) öyle değildir. Hayal etmek, olduğunu farz etmek, tasavvur ve düşünme akılla doğrulamak ve kalben kabullenme olmayıp, şüphe ve tereddüt sayılmazlar (15).
Bu kişiler bir olayın hem olma ihtimalini hem de gerçekleştiğinde olabilecekleri abartmaktadır. Vesveseli adam, imkan-ı zati ile imkan-ı zihniyi birbiriyle karıştırır. Hâlbuki zatında mümkün olan şeyler diğer insanları rahatsız etmez. Karadenizin batması mümkün olmasına rağmen hasta olmayan kişi (elinde battığına dair bir bilgi olmadığı için) o denizin yerinde olduğuna hükmeder. Hastalar insanlardan AİDS, verem vb. bulaşıcı bir hastalık kaptığını hastalığın belirtileri olmadığı halde ileri sürerler (15).
“Nasıl ki, aynada akseden pislik pis değil ve aynadaki yılan şekli ısırmaz. Öyle de, kalbin ve hayalin aynalarında rızasız, isteğinin dışında gelen pis, çirkin ve küfre ait hatıralar zarar vermez.” (34).
“Mukaddes zatlar ve temiz, nezih şeyler hakkında gayet çirkin hayaller kişiyi rahatsız eder. Hayal ve fikir aynasında küfriyatın ve şirkin yansıması ve sapıklığın gölgeleri ve saygısız çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz, imanı değiştirmez, edebi bozmaz. İmkân-ı zatiden gelen ihtimaller, o yakine münafi değil ve o yakini bozmaz. Bir belirtisi olmayan olma ihtimali olan bir şey, mantığımızla kabullenmeyiz ki, şüphe verip, önemli olsun. Örnek verirsek: Hz. Peygamber (A.S.V.) hakkında insan olması yönüyle olabilecek şeyler hatıra geliyor ki, imana zarar vermez. Fakat kişi zarar verdi zanneder, zarara düşer. Hem bazen şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki: Onun kalbi bozulmuş ki, böyle söylüyor. Titriyor. Hâlbuki: Onun korkması ve rızasının olmaması delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniden geliyor veya şeytan tarafından geliyor veya şeytan tarafından hatırlatılıyor ve hayal ediliyor.” (17).
--------------------------------------------------------------------------------
Bu makale Dr. Sıtkı Karaca'ya aittir
Leave a comment:
Leave a comment: