Sabırsızlıkla ameliyat odasından çıkışını bekliyordum. İçimde tarifi zor bir heyecan. Bütün yeisin üzerine güneş gibi doğacak, karanlık günlerimi aydınlatacak, müjdelerle gelecekti.
Kapı açıldı. Doktor, mütebessüm bir yüzle bana baktı. "Bebeği getiriyoruz" dedi. Ellerim titremeye başladı. Sevdiğini görecek meftun gibiydim. Korku, heyecan, sevinç birbirine karışmış ve henüz adı konmamış bir duygu oluvermişti bende. İyice ameliyat odasına yaklaştım. Doktor beyaz kundakta sarılı sevgilimi ebeye uzattı. Henüz ışığa aşina olmayan kapalı gözlerinin beni gördüğüne inanıyordum.
-Merhaba oğlum.
-Merhaba baba.
Ebe asansöre bindi, ben de. Arkamızdan kayınvalidem . Paylaşması zor bir cevherin peşine düşmüştük. Göz göze gelmeden, sanki birbirimize 'O benim' diyorduk. Harareti olmayan bir savaş vardı aramızda.
Güneşimi dezenfekte edilmiş bir odaya aldılar. Koridora geçip odanın penceresinden bakmak istedim fakat panjur vardı. Ebeden rica ettim açması için. Sanki oğlumu çok az göreceğimi biliyormuş gibi kırmadı beni. Kuvözde debelenen, etrafına gelişigüzel bakan oğlum, acaba pencerenin arkasındaki babasını hissediyor muydu?
Bir süre sonra eşim ameliyathaneden çıktı. Uyanmıştı ama henüz şuuru yerinde değildi. Ona karşı da hislerim tükenmiş değildi. Sedyeden tutup onun rahat bir şekilde odasına alınmasına yardımcı oldum. Yatağına uzandıktan sonra yavrumuzu getirdi görevli ebe. Beşikvari bir aletin üzerine yatırdılar. İlk dünyalıkları üzerindeydi. Krem bir bebek takımı, krem battaniye, krem kundak...
Annesi sevgi dolu bir sesle 'Oğlum' dedi. 'Oğlum' dedi kalbim yırtılırcasına. Annesinin tenine dokundu körpe bedeni. Huzur ordaydı. Sevgisi dünyalıkların arasından annesine akıverdi.
Oğlum ağlamıyordu. Belki de babasına vermişti gözyaşlarını. Vuslatın ve hicranın sınırındaki babası biliyordu ayrılığın yakın olduğunu. 'Babalar ağlamaz' diyor muydu acaba oğlum? Ellerine dokunamıyordum. Sıkıca sarıp, kalbimin derinliklerine gömemiyordum. Yanağına bir hoşgeldin busesi konduramıyordum. Narin bedeni bütün bu arzularım için henüz hazır değildi.
Beni en güzel duyacağı lisanla seslendim ona. Fatiha okudum, Felak, Nas okudum. Rüzgarımı üfledim yüzüne.
İlerleyen saatlerde isminin ne olacağı mevzuuna geldik. Ben 'Musab' olsun istiyordum. Annesi 'Yusuf Erdem'. Biliyordum yine onun dediği olacaktı. Koridora çıktıklarında, fırsattan istifade edip ezan okudum kulağına oğlumun. 'Musab' diye seslendim.
Hani Mekke'nin yakışıklısı Musab. Hani o ailesinin inadına Efendimiz (S.A.V)'in divanına çöken Musab. Hani o Medine'ye gidip efendisinin elçisi olan Musab...Bende istedim ki gidip anlatsın ahvalimi hal bilmezlere. Elçim olsun yuvamızın selameti için.
Zaman çok hızlı geçiyordu. Oysa oracıkta donmasını, yavrumuzun yüzüne doya doya bakabilmeyi, günahsız bedenini sarmayı çok istiyordum. Alıp uzaklara gitmek, zulmün olmadığı bir diyara iltica etmek istiyordum. Lakin o henüz doymamıştı annesine. Küçük bedeni süt bekliyordu. Kalbi annesinin kalbine yaklaşmak istiyordu.
Akşam üzeri gözlerini açtı oğlum. İki parmağımla elinden tuttum. Konuşmaya başladık:
-Sen benim oğlumsun.
-Sen benim babamsın.
-Sen benim serverimsin.
-Sen benim halaskarımsın.
-Sen benim hicranımsın.
-Sen benim hicranımsın.
-Sen benim gözyaşımsın.
-Sen benim gözyaşımasın.
-Gücüm yetmiyor kavuşmaya.
-Dilim dönmüyor anlatmaya.
-Yanında olamayacağım kızma.
-Yanında olamayacağım unutma.
-Sevgim kapında her dem el pençe. Korkma, canım bedende oldukça dünya yükünü ben taşıyacağım.
-Uzakta da olsan babamsın. Bilirim ağıdımı duyacağını.
-Beni unutma oğlum.
-Beni unutma baba.
Kayınvalidemin sesi böldü konuşmamızı. Annelik duygusuyla kızının ameliyat yarasına dokunuyor, sevgiyle saçlarını okşuyordu. Onun incinmesi bile kalbini parçalıyordu. Başına pervane gibi dönüyor, her arzusunu anında yerine getiriyordu.
Ben gariptim. Annem yoktu sızlayan kalbime elini uzatacak. Saçlarımı okşayıp, 'Ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna' diyecek annem yoktu. Annem yoktu torununun kundağını saracak.
Sabah oldu. Son kontrolden sonra eşimin taburcu olacağını söyledi doktor. Hazırlıklar başladı. Ben hep yavaş davranıyor, o anın olabildiğince uzamasını diliyordum. Fakat zaman aculdu. Yokuşa yokuşa çıkan zaman şimdi yokuş aşağı gidiyordu sanki.
Son kez kucağıma aldım yavrumu. Narin bedeni tenimi kavurdu o an. Hastaneden çıktı. Ayrılık vaktiydi.
-Hoşcakal baba.
-Güle güle oğlum.
-Neden benimle gelmiyorsun baba?
-Gelemiyorum oğlum. Annen istemiyor, ninen istemiyor.
-Seni özlersem gelir misin?
-Gelemem oğlum, o kapıdan giremem.
-Yürüsem çıksam dışarı gelir misin? Omzuna al beni baba.
-Canım senindir oğlum.
-Boşanmasanız olmaz mı baba? Babasız büyümesem olmaz mı? Herkesin babası olacak. Onlar baba diyecekler, ben ne diyeceğim baba?
-.......
-Beni bir kez daha kucağına al baba.
-Alamam oğlum.
-Beni bir kez öp baba.
-Öpemem oğlum.
-Beni bırakma baba...
-......
-Baba...baba...baba..ba....
-Oğlum...Oğlum...oğlum...
Kapı açıldı. Doktor, mütebessüm bir yüzle bana baktı. "Bebeği getiriyoruz" dedi. Ellerim titremeye başladı. Sevdiğini görecek meftun gibiydim. Korku, heyecan, sevinç birbirine karışmış ve henüz adı konmamış bir duygu oluvermişti bende. İyice ameliyat odasına yaklaştım. Doktor beyaz kundakta sarılı sevgilimi ebeye uzattı. Henüz ışığa aşina olmayan kapalı gözlerinin beni gördüğüne inanıyordum.
-Merhaba oğlum.
-Merhaba baba.
Ebe asansöre bindi, ben de. Arkamızdan kayınvalidem . Paylaşması zor bir cevherin peşine düşmüştük. Göz göze gelmeden, sanki birbirimize 'O benim' diyorduk. Harareti olmayan bir savaş vardı aramızda.
Güneşimi dezenfekte edilmiş bir odaya aldılar. Koridora geçip odanın penceresinden bakmak istedim fakat panjur vardı. Ebeden rica ettim açması için. Sanki oğlumu çok az göreceğimi biliyormuş gibi kırmadı beni. Kuvözde debelenen, etrafına gelişigüzel bakan oğlum, acaba pencerenin arkasındaki babasını hissediyor muydu?
Bir süre sonra eşim ameliyathaneden çıktı. Uyanmıştı ama henüz şuuru yerinde değildi. Ona karşı da hislerim tükenmiş değildi. Sedyeden tutup onun rahat bir şekilde odasına alınmasına yardımcı oldum. Yatağına uzandıktan sonra yavrumuzu getirdi görevli ebe. Beşikvari bir aletin üzerine yatırdılar. İlk dünyalıkları üzerindeydi. Krem bir bebek takımı, krem battaniye, krem kundak...
Annesi sevgi dolu bir sesle 'Oğlum' dedi. 'Oğlum' dedi kalbim yırtılırcasına. Annesinin tenine dokundu körpe bedeni. Huzur ordaydı. Sevgisi dünyalıkların arasından annesine akıverdi.
Oğlum ağlamıyordu. Belki de babasına vermişti gözyaşlarını. Vuslatın ve hicranın sınırındaki babası biliyordu ayrılığın yakın olduğunu. 'Babalar ağlamaz' diyor muydu acaba oğlum? Ellerine dokunamıyordum. Sıkıca sarıp, kalbimin derinliklerine gömemiyordum. Yanağına bir hoşgeldin busesi konduramıyordum. Narin bedeni bütün bu arzularım için henüz hazır değildi.
Beni en güzel duyacağı lisanla seslendim ona. Fatiha okudum, Felak, Nas okudum. Rüzgarımı üfledim yüzüne.
İlerleyen saatlerde isminin ne olacağı mevzuuna geldik. Ben 'Musab' olsun istiyordum. Annesi 'Yusuf Erdem'. Biliyordum yine onun dediği olacaktı. Koridora çıktıklarında, fırsattan istifade edip ezan okudum kulağına oğlumun. 'Musab' diye seslendim.
Hani Mekke'nin yakışıklısı Musab. Hani o ailesinin inadına Efendimiz (S.A.V)'in divanına çöken Musab. Hani o Medine'ye gidip efendisinin elçisi olan Musab...Bende istedim ki gidip anlatsın ahvalimi hal bilmezlere. Elçim olsun yuvamızın selameti için.
Zaman çok hızlı geçiyordu. Oysa oracıkta donmasını, yavrumuzun yüzüne doya doya bakabilmeyi, günahsız bedenini sarmayı çok istiyordum. Alıp uzaklara gitmek, zulmün olmadığı bir diyara iltica etmek istiyordum. Lakin o henüz doymamıştı annesine. Küçük bedeni süt bekliyordu. Kalbi annesinin kalbine yaklaşmak istiyordu.
Akşam üzeri gözlerini açtı oğlum. İki parmağımla elinden tuttum. Konuşmaya başladık:
-Sen benim oğlumsun.
-Sen benim babamsın.
-Sen benim serverimsin.
-Sen benim halaskarımsın.
-Sen benim hicranımsın.
-Sen benim hicranımsın.
-Sen benim gözyaşımsın.
-Sen benim gözyaşımasın.
-Gücüm yetmiyor kavuşmaya.
-Dilim dönmüyor anlatmaya.
-Yanında olamayacağım kızma.
-Yanında olamayacağım unutma.
-Sevgim kapında her dem el pençe. Korkma, canım bedende oldukça dünya yükünü ben taşıyacağım.
-Uzakta da olsan babamsın. Bilirim ağıdımı duyacağını.
-Beni unutma oğlum.
-Beni unutma baba.
Kayınvalidemin sesi böldü konuşmamızı. Annelik duygusuyla kızının ameliyat yarasına dokunuyor, sevgiyle saçlarını okşuyordu. Onun incinmesi bile kalbini parçalıyordu. Başına pervane gibi dönüyor, her arzusunu anında yerine getiriyordu.
Ben gariptim. Annem yoktu sızlayan kalbime elini uzatacak. Saçlarımı okşayıp, 'Ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna' diyecek annem yoktu. Annem yoktu torununun kundağını saracak.
Sabah oldu. Son kontrolden sonra eşimin taburcu olacağını söyledi doktor. Hazırlıklar başladı. Ben hep yavaş davranıyor, o anın olabildiğince uzamasını diliyordum. Fakat zaman aculdu. Yokuşa yokuşa çıkan zaman şimdi yokuş aşağı gidiyordu sanki.
Son kez kucağıma aldım yavrumu. Narin bedeni tenimi kavurdu o an. Hastaneden çıktı. Ayrılık vaktiydi.
-Hoşcakal baba.
-Güle güle oğlum.
-Neden benimle gelmiyorsun baba?
-Gelemiyorum oğlum. Annen istemiyor, ninen istemiyor.
-Seni özlersem gelir misin?
-Gelemem oğlum, o kapıdan giremem.
-Yürüsem çıksam dışarı gelir misin? Omzuna al beni baba.
-Canım senindir oğlum.
-Boşanmasanız olmaz mı baba? Babasız büyümesem olmaz mı? Herkesin babası olacak. Onlar baba diyecekler, ben ne diyeceğim baba?
-.......
-Beni bir kez daha kucağına al baba.
-Alamam oğlum.
-Beni bir kez öp baba.
-Öpemem oğlum.
-Beni bırakma baba...
-......
-Baba...baba...baba..ba....
-Oğlum...Oğlum...oğlum...
Yorum