Duyuru

Collapse
No announcement yet.

Kitapseverlik ile kitap manyaklığı arasındaki ince çizgi

Collapse
X
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Clear All
new posts

  • Kitapseverlik ile kitap manyaklığı arasındaki ince çizgi

    Sitede kitap okumayı çok seven ve bazen bu sevginin sorun meydana getireceği noktada durup durmadığını sorgulayan bazı üyeler olduğunu bildiğim için bu konuda araştırma yapmış olan birinin bulgularını alıntılıyorum aşağıya. Ama bazılarının kitapla olan ilişkisini tuhaf buldum. Gerçi kitap okumaya alışmış birinin sigara tiryakisinden kalır yanı yoktur bunu biliyorum. İnsanın çevresinde kitap okuyan birinin olması yetiyor bu alışkanlığın kazanılmasına. Bir zamanlar eline kitap (roamn, hikaye vb...) aldırtamadığımız kardeşimin şimdilerde derslerine bile çalışmayıp vaktinin çoğunu kitap okumaya ayırdığını ve hatta kitaplıkta kendine uygun bir kitap bulamadığında "kötülerin arasından iyiyi" seçerek "gözü kör olsun kitapsızlığın" dediğine bile şahit olduktan sonra buna iyice inandım. Ama bazen bu alışkanlığın kör tutkuya yaklaştığı oluyor sanırım. Aşağıdaki insanların bu konudaki davranışlarını okuyunca bana hak vereceksiniz. Peki siz kendinizi hangi noktada görüyorsunuz? Kitap okumam, arasıra, sık sık, okumayı severim, kitapsız yaşayamam, odamda mutlaka kitaplık olmalı, okuduğum tüm kitaplar bana ait olmalı, her gece kitap okumazsam uyuyamam vs vs... Tüm bunlardan hangisini veya hangilerini dile getirirseniz yalan söylemiş olmazsınız? Örneğin benim odamda bir kitaplık olursa daha huzurlu oluyorum ve yatağımın yakınlarında elimin hemen erişebileceği bir yerde birkaç kitap olduğunu bilmek rahatlatıyor beni ve okuduğum kitaplara da sahip olmak isterim. Ama bunlara rağmen kitap manyağı olduğumu söyleyemem. Zira günlük hayatımı sekteye uğratmıyor bu sevgim. Sahi unutmadan bir de eski kitapları sevmiyorum ben. Yepyeni bir kitabın sayfalarını karıştırıp kokusunu içime çekmeyi çok seviyorum. Yeni kitap kokusu bana iyi geliyor. Ama yine de manyak değilim


    Her ay kitaba para ayırmayan kişi kitapsever midir? Yılda kaç kitap okumalı? Kitap okuyan herkes aklını oynatır mı? Ilımlı kitap manyaklığı mümkün mü? Aynı koşullarda bir kişi kitap manyağı, bir diğeri kitapsever olabilir mi?..

    ‘Yeryüzünde kitaplardan daha tuhaf bir mal yok handiyse:

    Onları anlamayan insanlar tarafından basılır, ciltlenir, satılır, okunur ve denetlenirler.

    Daha da iyisi, onları anlamayan insanlar tarafından yazılırlar.’

    Georg Christoph Lichtenberg

    Harika kitap Korkmayınız Mister Sherlock Holmes!’un yazarı Erol Üyepazarcı, geçen ay star Pazar’da yayınlanan söyleşimizde ‘Bibliyofili [kitapseverlik] ile bibliyomani [kitap manyaklığı] arasındaki ince çizgideyim’ demişti. Söyleşinin ilerleyen bir bölümünde ise kitap manyaklığına daha yakın olduğunu ifade etmişti. Bu kitapseverlik - kitap manyaklığı farkı bana dert oldu. Kitapsever kim? Kitap manyağı kendisine, kitaplara ve diğer insanlara zarar mı veriyor? Sevgi ile manyaklık arasında başka kategoriler de var mı?..

    Maalesef, size ‘Filanca zat dört başı mamur bir kitapseverdir, falanca ise su katılmamış bir kitap manyağıdır’ diyemiyorum. Her iki grubun alametlerini ihtiva eden bir liste de sunamayacağım. Yine de bazı ipuçlarını sergileyebilirim belki? Birtakım semptomlardan bahis açabilirim.

    1. Sakallı Lütfü prensibi

    Kadıköy’ümüzün meşhur sahafı, yazar (Sakallı) Lütfü Seymen sık sık ‘Her ay gelirinin bir kısmını kitap almak üzere ayırmayan kimse, kitap okuru değildir’ der. Sakallı Lütfü Prensibi diyebileceğimiz bu yargıya göre, kitapseverlerin sürekli okumaları gerekiyor. Ve galiba her ay maaşının tamamını kitaba yatırmak, kitap manyaklığı yoluna girmek manası taşıyor.

    2. Stephen King sayısı

    Korku romanları yazarı Stephen King, kendisinin iddialı bir okur olmadığını, buna mukabil yılda 80 civarında kitap okuduğunu dile getiriyor. King’in beyan ettiği bu sayı, zannımca, kitapseverlik payesi taşımak için lüzumlu bir ortalamayı işaret ediyor.

    3. Borges sendromu

    ‘Etrafımda kitaplar olmadan uyuyamam’ demiş ünlü yazar Jorge Luis Borges. Kitaplar hakkında çok söz sarf etmiştir. Kör olmasına sebep fazla okumasıdır, diye bilinir. Etrafta çok sayıda kitap olmadan rahat edemeyenler, manyaklığa göz kırpıyorlar sanki.

    4. Jerry saplantısı

    Komplo Teorisi/Conspiracy Theory filminde, Jerry (Mel Gibson) her fırsatta J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar/Catcher in the Rye kitabını satın alıyordu. Bendeniz, bir tek kitaba taalluk eden bu obsesyonun kitap manyaklığı olarak tavsif edilebileceğini pek sanmıyorum. Gelgelelim belli bir konudaki her kitabı edinmeye uğraşmakta, kuşku uyandırıcı bir yön yok değil. Geçenlerde bir beyefendi ile tanışma şerefine nail oldum. ‘Hangi dilde, ne zaman ve kim tarafından yazılmış olursa olsun I. ve II. Dünya Savaşları hakkındaki her kitabı satın alır’ diye tanıtıldı. Kendisini tebrik ettim. Buna rağmen ‘Hayır canım, hepsini satın almıyorum’ dedi ve ortak arkadaşımıza dönerek ‘O İtalyanca kitaplardaki fotoğraflar hoşuma gitmişti’ şeklinde izahta bulundu...

    5. Enis Batur denklemi

    Ortalamanın çok üstünde bir hızla kitap yazıyor. Bir-iki kitabının 3 binden fazla sattığını, yanlış hatırlamıyorsam, bir basketbol maçı izlerken, salonda 3 bin kişi bulunduğunu öğrenince, kendi kendine ‘Vay canına demek o kitaplarımı bu kadar çok insan okumuş?!’ diye düşündüğünü ifade etmişti. Eserlerinde sıklıkla kitaptan, kitaplardan, kütüphaneden söz açtı. Çalışma odasında çekilmiş fotoğraflarına bakılırsa, on binlerce kitabı var. Peki, Enis Batur bibliyoman mı? Cevabım, hayır. Okumak, yazmak ve kitap edinmek arasındaki ilişkiyi de göz önünde tutarak; kitap manyaklığı konusunda, kişiden kişiye değişen bir denge olduğunu, Enis Batur örneğinden çıkarsayabiliriz sanırım.

    6. Samed Karagöz faktörü

    Genç yazar-çevirmen Samed Karagöz, sahaflara ait internet sitelerinden bazı kitapların ilk baskılarını ve imzalı nüshaları satın alıyor. Mesela, Sezai Karakoç’un imzalı şiir kitaplarını, Steinbeck’in bazı romanlarının orijinal ilk basımlarını edinmişti. Yerli ve yabancı sitelerdeki fiyatları mukayese ediyor. Bazı kıymetli kitaplara uzaktan uzağa, kısık gözlerle bakıyor. Samed Karagöz’ün durumu, hiç kuşkusuz kitapseverlik çerçevesinden taşmıyor. Buna mukabil, Karagöz, eşi dostu imrendirmenin hoş bir yolunu keşfetmiş, kitaplarla olan bağına güç katmış görünüyor.

    7. Ray Bradbury, Julio Cortazar’a karşı!

    Ray Bradbury, Fahrenheit 451/Fahrenhayt 451 adlı meşhur romanında kitaplar itfaiye ekiplerince yakılır. Kitap yasaktır. Julio Cortazar ise bir hikayesinde evlerin dahi kitaplardan inşa edildiği bir dünyadan söz eder. Kitaplarla denizler doldurulur, köprüler kurulur vs. Kitaplar, okundukça var olur. Okunmayan kitaplar, okunma ihtimalleri nispetinde varlık gösterir. Kitap yakmak, hakikaten vahşetin daniskası. Mamafih, kitap sayısının fazlalığı da tek başına bir şey ifade etmez. Alberto Manguel’in enfes kitabının adı, galiba tam da bu nedenle A History of Reading/Okumanın Tarihi’dir.

    8. Cem Karaca kinayesi

    Merhum Cem Karaca, bir şarkısında ‘Bakın şu çatlağa bir de kitap okuyor!’ diyordu. Sanırım, toplumumuzda az biraz kitapla haşır neşir olanların ‘kitap manyağı’ addedildiğini bu kinayeden çıkarsayabiliriz. Kitabın tadına yabancı olduğumuzdan, kitaplarla içli dışlı olmayı bir nevi aykırılık, anormallik olarak algılıyoruz.

    9. Selçuk Altun efekti
    Yazar Selçuk Altun’un, Sel Yayıncılık tarafından neşredilen Kitap İçin adlı eseri, kısa metinler, anekdotlar, aforizmalardan oluşuyor. Arada istatistikler vs. de var. Kitapseverlik ile kitap manyaklığı arasındaki çizgiye (Belki de o çizgi bir nehirdir?) Altun’un da demir attığını düşündürüyor. Dahası, Kitap İçin, okuru o çizgiye çekiyor. Son yıllarda okuduğum en matrak kitap. Bilgi ve espiri dolu.

    Hiç değilse 100 madde yazsam iyi olacaktı. Yuvarlak hesap. Ayaklı Kütüphaneler’e; tehdit, şantaj ve cinayetlerle dolu kitap manyaklığı vakalarına; evden taşan kitaplar yüzünden boşanan çiftlere, Umberto Eco’nun konuyla ilgili görüşlerine, elyazmalarına, çekişmeli müzayedelere, çocuk kitaplarına, halk kütüphanelerine, Tolstoy’un kitaplığına, Sahaflar Çarşısı’na, Abdülgaffar el- Hayatî’ye, Don Quijote’un ilk baskısına... ve daha birçok şeye ucundan kıyısından değinseydim... O zaman kitap yazmış olurdum.

    Kaynak: Star Gazetesi
    <div>Yasam cok zalim bir ogretmendir; once sinav yapar, sonra dersi verir. Andre Gide</div><br />

  • #2
    Ben kendimi kitap okumaya olan sevgim yüzünden "muzdarip" olarak görmedim hiç. Hatta kitap okumayı sevmeyen insanlardan üstün olduğumu dahi düşünürüm. Güzel bir zevkten mahrum kaldıklarını bilmiyorlar çünkü. Bir de kimseye ödünç kitap vermemem gerektiğini geçen yıllarda anladım. Giden kitabın geri gelmesi çoğu zaman imkansız oluyor çünkü. Çok kitap okuyan insanların iletişim kurmayı beceremeyen asosyal insanlar olduklarını düşünenelere de katılmıyorum. Bu bir tercih meselesidir nihayetinde. Çene çalmak yerine eline bir kitap alıp farklı farklı diyarlarda dolaşmayı seçmek asosyallikle bağdaştırılamaz bana göre. Ancak bazen aynı evi paylaştığım insanlar (annem, kardeşlerim... ) kızıyorlar bu konuda bana. Onlarla vakit geçirmediğim için. Bu durumun tek bir dezavantajı var: Güncel dedikoduları kaçırmam :lol: :lol: Hep Fransız kalmak da hoş olmuyor doğrusu.
    <div>Yasam cok zalim bir ogretmendir; once sinav yapar, sonra dersi verir. Andre Gide</div><br />

    Yorum


    • #3
      Kitap okuma konusunda bende bazen dozu kaçırıyorum ama insanlarla sohbet etmektense sesler yüzünden baş ağrısı çekmektense kitap okumak bana daha cazip geliyor. Hatta bir toplantıya gittiğim de öğlen yemek arasında arkadaşlarımı ekip kendi başıma kitap okuyarak yemek yemeği tercih ediyorum...

      Yorum


      • #4
        kitap okumaya ilkokul sonrası başladım.
        lezzet alarak okumaktan söz ediyorum tabi
        yaz tatillerinden çalışıp kazandığım para ile basit macera romanları alırdım.
        james bond kitabı sanırım aldıklarımdan biri.
        ama yaşamımımn hiç bir döneminde fazla kitap okumadım.
        şöyle söylersem abartmış olmam.
        yılda bir kaç kitap okurum.
        ama hep bir kaç kitabı bir arada okuma isteği ile başlar ,
        yani hepsine birden başlar,
        sonra teker teker bitiririm.
        bitirmeden bıraktığımda olur.

        kitap alma ile okuma arasında bir paralellik yok bende.
        almasına alırım ama okumakta zorlanırım.
        kitap okumak için bence çok oturmuş koşullar gerekiyor,
        yada çok rahatsız koşullar.
        örn, ben yolda okumayı severim,
        özellikle de orta mesafe, minübüs yolculuklarında.
        onca motor sesi, insan gürültüsü, sallama yol uğultusu hepsi vız gelir,
        minübüste çok iyi anlarım.
        sessiz sakin ortamlarda bu denli anlama konusunda iyi değilimdir.
        bence bunun nedeni,
        huzursuz kişi huzursuz ortamlarda huzura daha yakın,
        huzurlu kişi de huzurlu ortamlarda huzura daha yakın.
        bir kitabın bazen bir sayfasını yarım saatte okurum.
        ben öyle hiç bir kitaba başlayıp bitiremem.
        buna hiç şahit olmadım kendimde.
        neden ağır okurum?
        çünki çok düşünürüm.
        yazarın aklına gelmeyen şeylere kayar aklım,
        derinleşirim, derinleşirim,
        kitap içerisinde ayrı bir kitap oluşturmaya başlarım.
        ne zamanki oluşumda sona gelirsem o zaman gene kitaba döner okumaya devam ederim.
        bu yüzden kitabı çizerim,
        sağını solunu yazarım,
        yetmez ilave kağıtlar bulundurur, onları yazarım.
        her kitaptan bir tane de aşşağı yukarı ben yazarım, oraya buraya.
        ama bunların hiç birini korumam, kaybederim gider.
        zaten sonra okusam da aynı keşfe inebilmem zor olur.
        bunun da nedeni sanırım anda yoğunlaşabilen biri olmam.

        bazı ki,tapları anlamasam da inadına okur gibi yaparım.
        yani harfleri sözcükleri fark ederim ama anlamlara inemem ama
        gene de bırakmam, okur gibi yaparım.
        bunu neden yapıyorsam anlayamadım,
        sanırım bu da "kitap okuyor bu çocuk" lafına kendimi inandırayım diye.
        bazen bir kitabı alırım bir sayfa okuyana kadar uykum gelir.
        beynim kitaba karşı tembel, onu gördüğünde sukoyverip uyku modona geçiyor direnirsem bu durumu aşıp okumaya devam edebiliyorum.
        çok merak ettiğim kitaplarda bu sorunu yaşamam.
        merakımı giderdiğimi hissedene kadar iştahla okurum.
        bir yerinden sonra kitabın bence bilinmez bir yanı kalmamıştır diye düşünür hız keserim.

        ucuz veya korsan kitap alırdım genelde.
        ancak son zamanlarda netten helalinden sipariş veriyorum.
        kitaba şaraba gittiği kadar para gidiyor.
        ayrıca ikisi bir arada da iyi gidiyor.
        üzerinde durmayı severim,,,çözemediğim bir konuyu araştırmayı,,,saaatler geçirmeyi,,,o arada şarap içeyi,,,düşünmeyi düşünmeyi,,,ve bu şekil de de mutlaka çözerim merak ettiğim şeyi.
        kültür olsun diye okurken bu kadar iştahlı değilim.

        bazen 100 sayfalık bir kitaptan bir cümle öğrenirim.
        bazen de sadece bir harf gibi bir şey.
        ezber cümleler aklımda kalmaz.
        benzeri anlatımlar ile idare etmeye çalışırım.

        okumak, bence, okuduklarını kendi eleğinden geçirip özleştirmedikçe,
        yaşamda görüp tanımadıkça;
        eşeğin kulağına üfürmekten farksızdır.

        Yorum


        • #5
          "huzursuz kişi huzursuz ortamlarda huzura daha yakın,
          huzurlu kişi de huzurlu ortamlarda huzura daha yakın"

          Ben de kesinlikle gürültülü ortamlarda okuduğumdan bir şey anlayamam. ama bunun kişisel huzurla değil de konsantrasyon sorunuyla alakalı olduğunu düşünüyorum.
          <div>Yasam cok zalim bir ogretmendir; once sinav yapar, sonra dersi verir. Andre Gide</div><br />

          Yorum


          • #6
            huzursuz derken, iç çalkalanması olarak düşünmek gerekir.
            huzurlu derken de oturmuş, duru olarak düşünmek...
            demekki o zaman,
            ben zaten o hallerde, yani huzursuzluk hallerinde,
            alışkınlaşmışım yaşamaya,
            beni o anda huzur sıkar.(masa başında okumak , örn.)
            bu tıpkı bir genç ile bir yaşlının tatili gibi.
            biri deli gibi gürültü ile eğlenir
            diğeride durarak dinleyerek.
            birine diğeri ile ortak bir şey yaptıramazsın.
            yani içi çalkalanan ben münübüsün sallanmasını duymaya biliyorum bile.
            kendime özel bir ritmim oluşmuş.
            çevrede devinenleri de kapsıyor bu ritim.

            ama koşuşturan karmaşa içerisnde olan insanlar aldırış etmez böylesi ayrıntılara,
            onlar her yerde her koşulda her şeyi yapmayı öğrenmişlerdir.
            onları tutup durdursan bir gün hareket etmeseler
            kafese kapatılan kuşa dönerler.
            demek istediğim böyle bir şey.
            huzursuz insan huzursuz ortamlarda iyi hisseder.
            huzurlu da huzurlu ortamlarda.
            biz durmuş oturmuş dingin adamı o koşuşturmaya dahil edersek o da aynı etkiyi hisseder.

            nereden nereye geçeceğim.
            dedim ya çevrede olan biteni de dahil ediyor kişi kendi ritmine diye.
            öyle olmasaydı bu şehir gürültüsünde insan nasıl rahat hissedebilirdi kendisini.
            bir ara bir yerde oturdum;
            denizkenarı ama havalimanı altı,
            bir yanı asfalt , asfaltın hemen paraleli demir yolu.
            manzara şöyle;
            denizde gemi düdük öttürürüyor , wooop wooup.
            havada uçak , müthiş bir ses.
            o müthiş ses dinin ce araba vızıltıları anlaşılmaya başlıyor
            tam o arada tren çuflaması.
            ya bir an düşününce hayret ettim insanların bunlara duyarsızlaşabilmelerine.
            aslında bu çok ilginç bir şey.
            insanın temel mutsuzluk sebebi kesinlikle çevre ile birebir ilintili.
            neden deniz görünce , yeşil görünce 1 yıldır görmediğimiz sevdiğimizi görmüş gibi duygulara kapılıyoruz.
            neden minübüste bunca sesi yadırgamıyoruz.
            neden duyarsızız, insana yapılan eziyetlere...
            bir başkalarının çektikleri acılara...
            bence bunların hepsinin bir biri ile bağlantısı var.
            biraz duyarsızlık diye bir şey yok.

            Yorum


            • #7
              Orjinal yazı sahibi: cupido
              huzursuz derken, iç çalkalanması olarak düşünmek gerekir.
              huzurlu derken de oturmuş, duru olarak düşünmek...
              demekki o zaman,
              ben zaten o hallerde, yani huzursuzluk hallerinde,
              alışkınlaşmışım yaşamaya,
              beni o anda huzur sıkar.(masa başında okumak , örn.)
              bu tıpkı bir genç ile bir yaşlının tatili gibi.
              biri deli gibi gürültü ile eğlenir
              diğeride durarak dinleyerek.
              birine diğeri ile ortak bir şey yaptıramazsın.
              yani içi çalkalanan ben münübüsün sallanmasını duymaya biliyorum bile.
              kendime özel bir ritmim oluşmuş.
              çevrede devinenleri de kapsıyor bu ritim.

              ama koşuşturan karmaşa içerisnde olan insanlar aldırış etmez böylesi ayrıntılara,
              onlar her yerde her koşulda her şeyi yapmayı öğrenmişlerdir.
              onları tutup durdursan bir gün hareket etmeseler
              kafese kapatılan kuşa dönerler.
              demek istediğim böyle bir şey.
              huzursuz insan huzursuz ortamlarda iyi hisseder.
              huzurlu da huzurlu ortamlarda.
              biz durmuş oturmuş dingin adamı o koşuşturmaya dahil edersek o da aynı etkiyi hisseder.

              nereden nereye geçeceğim.
              dedim ya çevrede olan biteni de dahil ediyor kişi kendi ritmine diye.
              öyle olmasaydı bu şehir gürültüsünde insan nasıl rahat hissedebilirdi kendisini.
              bir ara bir yerde oturdum;
              denizkenarı ama havalimanı altı,
              bir yanı asfalt , asfaltın hemen paraleli demir yolu.
              manzara şöyle;
              denizde gemi düdük öttürürüyor , wooop wooup.
              havada uçak , müthiş bir ses.
              o müthiş ses dinin ce araba vızıltıları anlaşılmaya başlıyor
              tam o arada tren çuflaması.
              ya bir an düşününce hayret ettim insanların bunlara duyarsızlaşabilmelerine.
              aslında bu çok ilginç bir şey.
              insanın temel mutsuzluk sebebi kesinlikle çevre ile birebir ilintili.
              neden deniz görünce , yeşil görünce 1 yıldır görmediğimiz sevdiğimizi görmüş gibi duygulara kapılıyoruz.
              neden minübüste bunca sesi yadırgamıyoruz.
              neden duyarsızız, insana yapılan eziyetlere...
              bir başkalarının çektikleri acılara...
              bence bunların hepsinin bir biri ile bağlantısı var.
              biraz duyarsızlık diye bir şey yok.
              Tam olarak anladım demek istediğini. Ben çok büyük bir şehirde yaşamadığım ve de çok gürültülü ortamlarda bulunmadığım için mi böyle gürültüye tahammül edemiyorum ve adapte olamıyorum :roll: Aslında bilemiyorum. Sınavlarda da böyleyim ben. O yüzden benim sınavlarımda öğretmenlerin bayan olmasını hiç istemem. Tak tak topuk sesleri beynimi zonklatır ve ister istemez onun ayaklarını izlerim. Ve birkaç öğretmen sınav esnasında sohbet ediyorlarsa da onları dinlerim. Kasıtlı olarak değil tabi. Aklım ister istemez soru dşına kaydığı için. Hatta etrafımda yaprak kıpırdamamalı. Çok duyarlıyım belki de etrafımda olan bitene ne dersin?
              <div>Yasam cok zalim bir ogretmendir; once sinav yapar, sonra dersi verir. Andre Gide</div><br />

              Yorum


              • #8
                yapmak istediğine çok konsantre olduğunda
                yapamayacağın kaygısı seni adım adım yapmama yolunda yürütmeye çalışır.
                en ufak bir sese kulak kesilmen
                belki de muhtemel başarışızlığına aradığın bahane nedeni iledir.
                yorum sizden uzak olsun ama;
                yapabilen tereddüt etmez, yapar geçer gibi geliyor bana.


                ben bunu uyumak isterken hissederim.
                çok uyumak istiyorumdur,, bir önceki günden de uykusuzumdur.
                o halde yatağa girerim ve yan odadan gelen yada başka bir yerden gelen sesleri ararım,,
                kulaklarım kepçeleşip resmen tarar ve en ufaklarını bile almaya başlar.
                uyuyacağım telkini ile yatağa girmişim ya, onun stresinden sanırım;
                acaba uyuyabilecek miyim? bu kaygısan bence o.
                endişe ve tereddüt etmezse insan daha az sürüncemede kalır diye bir sonuç çıkarabiliriz buradan.

                Yorum


                • #9
                  Orjinal yazı sahibi: cupido
                  yapmak istediğine çok konsantre olduğunda
                  yapamayacağın kaygısı seni adım adım yapmama yolunda yürütmeye çalışır.
                  en ufak bir sese kulak kesilmen
                  belki de muhtemel başarışızlığına aradığın bahane nedeni iledir.
                  yorum sizden uzak olsun ama;
                  yapabilen tereddüt etmez, yapar geçer gibi geliyor bana.
                  Okumak öyle bir şey ki ben hiçbir zaman hakkını layığıyla veremeyeceğimi düşünmüşümdür. Özellikle sevdiğim yazarların kitaplarını okurken tüm ruhumla kitaba girmeye çalışıyorum. Çünkü kitaptan alabileceğim zevkin tamamını istiyorum. Bundan dolayıdır ki aklımı tamamen veremeyeceksem girişmiyorum bile okumaya. Yazara ve kitaba haksızlık yapıyormuşum gibi geliyor çünkü. Bir kitabı da ikinci kez okumaktan hoşlanmadığım için en kaliteli zamanlarımı kitaba vermeye çalışıyorum. Belki de bunların stresi beni huzursuz ediyordur. Yani senin tespitine birebir uymasa da sanırım yanından yöresinden geçtin düşüncelerimin.

                  Bu arada seni nedense Ahmet Altan'la bağdaştırmıştım bazı zamanlar. Aynı içerikli (ne olduğunu sanırım anlamışsındır) kitaplar yazan bu adamı aklıma getiriyordun. Ama sanırım yanılıyorum. Haksızlık ediyorum sana. Neyse. Düşüncelerini benden esirgemediğin için teşekkür ederim.
                  <div>Yasam cok zalim bir ogretmendir; once sinav yapar, sonra dersi verir. Andre Gide</div><br />

                  Yorum

                  İşleniyor...
                  X