Marifetname'de "Rıza, kişinin aklının alacağı tedbirlerden kurtulmasıdır. Allah'ın irade ihtiyarına tabi olmaktır." diyor. Bu sözü nasıl anlamalıyız?
diye sormuşlar
Rıza, Allah’ın kaderine razı olmak demektir. Allah’ın kaderinin nasıl tecelli edeceğini bilmediğimize göre, her şeyden önce Allah’ın bize verdiği aklımzı ve irademizi kullanarak faydalı şeyleri elde etmeye çalışacağız.
Eğer bir şey -bütün çabalarımıza rağmen- arzumuzun dışında ortaya çıkarsa, artık kaderin öyle tecelli ettiğini düşünmek, hikmetini bilmezsek, aklımız o işe ermezse bile vuku bulan şeyi hazmetmeye çalışmak, sineye çekmek gerekir. Daha doğru bir ifadeyle, “Neden böyle oldu?” deyip de aklımızı müfettiş gibi kullanmadan Allah’ın takdirine teslim olmak RIZADIR. “KADERE İMAN EDEN KADERDEN KURTULUR” manasına gelen hadisin verdiği dersi de bu minval üzere anlamak gerekir.
Bizim iki yönden sorumluluğumuz vardır. Birisi, itikadî yönden, diğeri içinde bulunduğumuz maddî düzenin esasları olan sebepler yönündendir.
İtikadî olarak düşündüğümüzde, her şeyin dizgini Allah’ın elinde olduğunu, onun izni olmadan bir tek yaprağın bile yere düşemeyeceğini, bütün kâinat çapında Allah’tan başka hiçbir etkili yetkilinin olmadığına inanmak, iman etmektir.
İçinde bulunduğumuz dünya hikmet diyarı olduğu için Allah’ın Hakîm isminin bir tecellisi olarak, işlerin olması belli sebepler zinciri çerçevesinde cereyan etmektedir. Buna sünnetullah diyoruz. Örneğin bulut olmadan yağmur yağmaz, insan evlenmeden çocuk sahibi olmaz, yemek yemeden doymaz ve hakeza...
Maddî alemin işlerini tedarik ederken bu sebepler nizamına karşı çıkmak da bir temerrüttür, bir isyandır. Şu var ki, itikadî olan prensiplere aykırı hareket edildiği zaman, bunun cezasının yüzde doksan dokuzu ahirette verilecektir. Fakat sebepler zinciri denilen sünnetullaha karşı isyanın cezasının yüzde doksan dokuzu dünyada verilir.
diye sormuşlar
Rıza, Allah’ın kaderine razı olmak demektir. Allah’ın kaderinin nasıl tecelli edeceğini bilmediğimize göre, her şeyden önce Allah’ın bize verdiği aklımzı ve irademizi kullanarak faydalı şeyleri elde etmeye çalışacağız.
Eğer bir şey -bütün çabalarımıza rağmen- arzumuzun dışında ortaya çıkarsa, artık kaderin öyle tecelli ettiğini düşünmek, hikmetini bilmezsek, aklımız o işe ermezse bile vuku bulan şeyi hazmetmeye çalışmak, sineye çekmek gerekir. Daha doğru bir ifadeyle, “Neden böyle oldu?” deyip de aklımızı müfettiş gibi kullanmadan Allah’ın takdirine teslim olmak RIZADIR. “KADERE İMAN EDEN KADERDEN KURTULUR” manasına gelen hadisin verdiği dersi de bu minval üzere anlamak gerekir.
Bizim iki yönden sorumluluğumuz vardır. Birisi, itikadî yönden, diğeri içinde bulunduğumuz maddî düzenin esasları olan sebepler yönündendir.
İtikadî olarak düşündüğümüzde, her şeyin dizgini Allah’ın elinde olduğunu, onun izni olmadan bir tek yaprağın bile yere düşemeyeceğini, bütün kâinat çapında Allah’tan başka hiçbir etkili yetkilinin olmadığına inanmak, iman etmektir.
İçinde bulunduğumuz dünya hikmet diyarı olduğu için Allah’ın Hakîm isminin bir tecellisi olarak, işlerin olması belli sebepler zinciri çerçevesinde cereyan etmektedir. Buna sünnetullah diyoruz. Örneğin bulut olmadan yağmur yağmaz, insan evlenmeden çocuk sahibi olmaz, yemek yemeden doymaz ve hakeza...
Maddî alemin işlerini tedarik ederken bu sebepler nizamına karşı çıkmak da bir temerrüttür, bir isyandır. Şu var ki, itikadî olan prensiplere aykırı hareket edildiği zaman, bunun cezasının yüzde doksan dokuzu ahirette verilecektir. Fakat sebepler zinciri denilen sünnetullaha karşı isyanın cezasının yüzde doksan dokuzu dünyada verilir.