Hiçbir ilişkinin bitmesi insanı mutlu etmez. Sonunda kurtulduğunu düşünen, sevinen birisini gördüğünüzde bile, bilin ki yaşadığı mutluluğa rağmen, neden o hale geldiğine dair ciddi üzüntüler geri planda çalışmaya devam ediyordur.
Hepimiz bir şekilde ayrılık senaryosunun içinde bulunmuşuzdur. İster çok aşık olun, isterseniz hiç umurunuzda olmayan, değersiz ve basit bir şey yaşamış olun; ayrılık aklınızın köşesinde yazılı kalır. Bırakın bir insandan ayrılmayı, iki gün baktığınız kedi, köpek yavrusu bile gittiğinde içiniz sızlar.
Ayrılık hikayelerini dinlerken, olaylara uzaktan baktığınızda, insan egosunun, en üzüldüğü durumlarda bile devreye girdiğini görürsünüz. “Kimse beni terk etmedi, hep ben ayrıldım!” veya “Onu terk ettiğimden beri kendini toparlayamamış!” gibi cümleler, eskiyen aşkların ardından en sık söylenenlerdir.
Neden bir ilişki bittiğinde terk edilmiş olmak bizi ağır yaralar? Zaman zaman ayrılığın kendisinden daha ağır bir acı olur terk edilmek. İşe yaramaz, yetersiz, vasıfsız, tercih edilmemiş olma düşünceleri beynimizi doldurur sanırım. Benliğimizi saran, nasıl olur da terk edilirim, kıymetimi bilemedi, ben zaten ona kaç beden büyük geliyordum cümleleri ile acımızı hafifletmeye çalışırken, içimizde gittikçe büyüyen ve patlamaya hazır hale gelmiş bir bomba ile yaşadığımızı nasıl fark edemeyiz?
Ne kadar severek bırakmış olsak da, terk ettiğimizde bu acının oranı biraz daha hafif mi olur? Aşk, dünyanın en özel duygusu olmasına rağmen, üstünlük savaşının altında ezilir mi? Her şeyi yenen bu muhteşem his, kendi egosunu yenemez mi? Kadın ve erkek arasında süren bu ezeli kavga, acaba tamamen terk etme ya da edilme olgusu üzerine kurulmuş olabilir mi?
Bu duyguları aşkın dışına taşırsak, tüm ilişki biçimleri için geçerli olmaz mı? Küçüklüğünde annesi veya babası tarafından terk edilen bir çocuk, erişkin olduğunda bu psikolojik durumu üzerinde taşımaya devam etmez mi? Hayatındaki tüm detayları yoluna sokmuş, başarılı ve para kazanan, daha ileri gidersek, şan ve şöhret sahibi bile olan bir birey olsa dahi; terk edilme psikolojisini üzerinden atmayı başaracak kaç kişi vardır?
Egolarımızdan, sosyal kimliklerimizden, sıfatlarımızdan, üzerimize yüklenmiş veya seçtiğimiz rollerden sıyrılarak bakabilsek aşka; gerçekten önemli midir kimin gittiği? İlişkiye harcanan zaman ve emek karşılığında, elinizde koca bir acı kalmışsa; aşk harcanıp gitmişse, her ayrılık ile kendinizden bir parçayı bırakmışsanız hayat tünelinde, terk etmek üzerine yapılan her söylem aslında komik değil midir?
Sen terk ettin, ben terk ettim, şimdi ikimiz de galibiz! Bir yüreği susturmanın yolu, ağlayan çocuğun eline şeker verir gibi, kendimize terk etme başarısını vermek midir? İster siz ayrılın, ister karşı taraf, herkes için tek bir gerçek vardır: Aşk kaybetmiştir!
Ayrılık acısı, atlatılması uzun süren ve zor bir süreç. Acaba bu dönemi atlatırken ayrılık şeklinin bir önemi var mıdır? Terk etmek mi, terk edilmek mi daha zor?
Hepimiz bir şekilde ayrılık senaryosunun içinde bulunmuşuzdur. İster çok aşık olun, isterseniz hiç umurunuzda olmayan, değersiz ve basit bir şey yaşamış olun; ayrılık aklınızın köşesinde yazılı kalır. Bırakın bir insandan ayrılmayı, iki gün baktığınız kedi, köpek yavrusu bile gittiğinde içiniz sızlar.
Ayrılık hikayelerini dinlerken, olaylara uzaktan baktığınızda, insan egosunun, en üzüldüğü durumlarda bile devreye girdiğini görürsünüz. “Kimse beni terk etmedi, hep ben ayrıldım!” veya “Onu terk ettiğimden beri kendini toparlayamamış!” gibi cümleler, eskiyen aşkların ardından en sık söylenenlerdir.
Neden bir ilişki bittiğinde terk edilmiş olmak bizi ağır yaralar? Zaman zaman ayrılığın kendisinden daha ağır bir acı olur terk edilmek. İşe yaramaz, yetersiz, vasıfsız, tercih edilmemiş olma düşünceleri beynimizi doldurur sanırım. Benliğimizi saran, nasıl olur da terk edilirim, kıymetimi bilemedi, ben zaten ona kaç beden büyük geliyordum cümleleri ile acımızı hafifletmeye çalışırken, içimizde gittikçe büyüyen ve patlamaya hazır hale gelmiş bir bomba ile yaşadığımızı nasıl fark edemeyiz?
Ne kadar severek bırakmış olsak da, terk ettiğimizde bu acının oranı biraz daha hafif mi olur? Aşk, dünyanın en özel duygusu olmasına rağmen, üstünlük savaşının altında ezilir mi? Her şeyi yenen bu muhteşem his, kendi egosunu yenemez mi? Kadın ve erkek arasında süren bu ezeli kavga, acaba tamamen terk etme ya da edilme olgusu üzerine kurulmuş olabilir mi?
Bu duyguları aşkın dışına taşırsak, tüm ilişki biçimleri için geçerli olmaz mı? Küçüklüğünde annesi veya babası tarafından terk edilen bir çocuk, erişkin olduğunda bu psikolojik durumu üzerinde taşımaya devam etmez mi? Hayatındaki tüm detayları yoluna sokmuş, başarılı ve para kazanan, daha ileri gidersek, şan ve şöhret sahibi bile olan bir birey olsa dahi; terk edilme psikolojisini üzerinden atmayı başaracak kaç kişi vardır?
Egolarımızdan, sosyal kimliklerimizden, sıfatlarımızdan, üzerimize yüklenmiş veya seçtiğimiz rollerden sıyrılarak bakabilsek aşka; gerçekten önemli midir kimin gittiği? İlişkiye harcanan zaman ve emek karşılığında, elinizde koca bir acı kalmışsa; aşk harcanıp gitmişse, her ayrılık ile kendinizden bir parçayı bırakmışsanız hayat tünelinde, terk etmek üzerine yapılan her söylem aslında komik değil midir?
Sen terk ettin, ben terk ettim, şimdi ikimiz de galibiz! Bir yüreği susturmanın yolu, ağlayan çocuğun eline şeker verir gibi, kendimize terk etme başarısını vermek midir? İster siz ayrılın, ister karşı taraf, herkes için tek bir gerçek vardır: Aşk kaybetmiştir!
Ayrılık acısı, atlatılması uzun süren ve zor bir süreç. Acaba bu dönemi atlatırken ayrılık şeklinin bir önemi var mıdır? Terk etmek mi, terk edilmek mi daha zor?
Yorum