arkadaslar ben alkolik degilim ickiyle aram yoktur, nette gezerken rastladim, asagidaki yaziyi okuyun:
...........................
Ben de hemen herkes gibi tanıştım onunla. Belli belirsiz bir zamanda ve belli belirsiz biryerlerde. Herkesin “erkek adam içer!” dediği bir dünyada. Ben de erkek adam olduğuma göre içmeliydim demek! Ne gaflet ama.....
Sanırım 13-14 yaşlarındaydım ve erkek adam gibi içiyordum. Yalnız ben mi? Neredeyse tüm arkadaşlarım, erkek adam gibi içiyor, içtikçe daha bir erkek ve daha bir adam oluyorduk. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Her an biraz daha erkek, her an biraz daha adam olmaya devam ettim. Erkek adam içiyordu!.....
Yurt dışında pek de içki içmenin erkek adamlık sayılmadığı (ama aksinin de kimse tarafından söylenmediği) bir ülkede, ünüversite öğrencisi olduğum yıllarda da, mutlaka bir şişe viskim vardı bir yerlerde. Ben ülkemden uzaktada erkekliğimi ve adamlığımı sürdürmekteydim yani.
Ardından askere gittim her erkek adam gibi. Yıllarca askerliğe ait en güzel anım, Kripto odasındaki ellialtı model santral kabininin içine sakladığım yetmişlik rakıyla atlattığım denetimdi. Nereden ve nasıl bilebilirdim ki, herkesten çok içtiğim halde bana hiç bir şey olmayışının, şişeleri devirip sarhoş olmayışımın aslında erkek adamlığımdan çok alkolizmimin habercisi olduğunu!
Herzaman ve heryerde en iyi içen, en çok içen bendim. Açıkçası sosyalizasyonum içinde gönlümce övünebileceğim bir durumdu bu. Ben de öyle yapıyordum. Arada bir çok içtiğimi söyleyenler olmakla birlikte, onların içemedikleri için böyle söylediklerini düşünüyor ve daha çok içiyordum.
Alkolizm kelimesi ise hiç bir şey ifade etmiyordu. Zira, köprü altında yatan, evsiz barksız pejmurdelerle (yani alkoliklerle) ne gibi bir benzerliğim olabilirdi ki benim?! Ben akşamları, tam donanımlı sofralarda içen bir alkol virtiözüydüm sadece. Üstelik bu pek de hoş bir durumdu. Bu arada, içten içe, “Acaba bu gece içmesem uyuyabilir miyim?” diye kendime sorup, bunu denediğim her defasında, kalkıp mutlaka içmem gerekiyordu ama olsun. “Neden kendime eziyet ediyorum ki, içki beni rahatlatıyor.”diyerek gerçeği bulmayı başarıyordum!
Bir gün, her sıradan insan gibi ben de aşık oldum. Evlenmek istiyordum. Tabii herzamanki gibi içiyordum. İçtikçe daha güzel şiirler yazıyordum üstelik aşkıma! Nişanlandık.....
O dönemde, annem, teyzem ve anneannemden oluşan quartet üçlüsü ile aynı evde yaşamak gibi bir zorunluluğum olduğundan ve akşamları şişelerin dibini bulmak bu üçlü tarafından hiç hoş karşılanan bir durum olmadığından, sadece odamda içiyordum. İçiyordum ve şiir yazıyordum! Tüm sanatçılar gibi benim de böyle içiyor olmam kadar normal ne olabilirdi ki?!
Bir sabah uyandığımda, çok garip bir şey oldu; Yataktan kalkar kalkmaz, yere yığıldım. Neden oldu, nasıl oldu bilmiyordum. Bin bir güçlükle banyoya ulaştığımda, aynada bana bakan yüz sanki başka biri gibiydi. O yüzü hiç silemedim hafızamdan ama hiç anlatamadımda kelimelere sığdırarak.
İçimden gelen bir ses, bana biraz içersem bir şeyimin kalmayacağını söylüyordu. İnandım ve biraz içtim. Ne de olsa çivi çiviyi sökerdi. Gerçekten de öyle oldu, çivi çiviyi söktü. Birden bire iyileştim. Harika hissediyordum kendimi.
O günden sonra, her sabah aynı şekilde uyanıyor, yataktan bin bir güçlükle kalkıyordum. Banyoya ulaşıp, banyo dolabındaki sabunların arkasına sakladığım rakı şişesini kafama dikip, neredeyse yarım şişe rakıyı bitirinceye kadar. Sonra tamamen iyileşmiş olarak oturuyordum kahvaltı sofrasına. Sadece, sıcak musluk suyuyla karıştırılmış rakının ağzımda bıraktığı iğrenç tat ve ara sıra aynı nedenle olduğunu sandığım mide bulantım oluyordu okadar.
Bana ne olduğunu gerçekten anlamıyordum. Sadece iyi olabilmek, normal bir insan gibi davranabilmek, ellerime hükmederek bir bardak çayı, tabağından alıp ağzıma götürebilmek için, içmem gerekiyordu artık.
Nişanlıydım, aşıktım, evlenecektim, hayallerim vardı ve en önemlisi de bu hayallerime gencecik bir kızı da ortak etmiştim. İçinde bulunduğum durum öyle bir kaos haline gelmişti ki; Bir yandan içiyor bir yandan da ağlıyordum.
Bir sabah kesin kararımı verdim. İçmeyecek, direnecektim. Ne olabilirdi ki. Biraz terlerdim, biraz ellerim titrerdi, biraz damağım kururdu belki biraz da başım dönerdi. Kararlıydım! O sabah içmedim. Yataktan da kalkmadım. Ne olacaksa olacak ve geçecekti, sonra kalkacaktım yataktan. Ama olmadı. Bu işkenceye dört saat kadar dayanabildim ve sürünerek banyoya gidip bir yetmişliği fondipledim. Ardından, klozetin üzerine oturarak, başımdan ayaklarıma yayılan iyileşme hissimi bekledim. Çok geçmeden de iyileştim yine ve yine ağladım hıçkırarak. İtiraf etmek, kabullenmek zordu ama bir problemim olduğu kesindi artık. Adı neydi acaba bu problemin? Alkolik olamazdım ya? Alkolizm böyle bir şey değildi ki. Ben hala evimdeydim ve üstelik toplum içindeki yerimden de bir şey kaybetmiş değildim. İşe giderken cebimde bir şişe cep kanyağı, çantamda da yassı şişe bir otuzbeşlik gordon cin olduğunu da benden başka kimse bilmiyordu! Kimseye anlatmamıştım, uzayan toplantılarda, karşımdaki yüzlerin nasıl birer içki şişesine dönüştüğünü. Taaki, Karaköy rıhtım’daki birahanelerden birine girip, sabahın 08:30' unda bir bardak votkamı yudumlarken, karşımda oturmuş ve bir yetmişlik rakı açtırmış ihtiyara, olup bitenleri anlatana kadar. O adam bana bir şey söylemedi ama gözlerimin içine bakarak, öyle yaşlar döktü ki gözlerinden; Saatlerce anlatabileceklerinden çok fazlasını itiraf etti bana. O adamı da hiç unutmadım!
yazı uzun devamı burada : http://www.adsizalkolik.com/yasam_oykuleri_cengiz.htm
...........................
Ben de hemen herkes gibi tanıştım onunla. Belli belirsiz bir zamanda ve belli belirsiz biryerlerde. Herkesin “erkek adam içer!” dediği bir dünyada. Ben de erkek adam olduğuma göre içmeliydim demek! Ne gaflet ama.....
Sanırım 13-14 yaşlarındaydım ve erkek adam gibi içiyordum. Yalnız ben mi? Neredeyse tüm arkadaşlarım, erkek adam gibi içiyor, içtikçe daha bir erkek ve daha bir adam oluyorduk. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Her an biraz daha erkek, her an biraz daha adam olmaya devam ettim. Erkek adam içiyordu!.....
Yurt dışında pek de içki içmenin erkek adamlık sayılmadığı (ama aksinin de kimse tarafından söylenmediği) bir ülkede, ünüversite öğrencisi olduğum yıllarda da, mutlaka bir şişe viskim vardı bir yerlerde. Ben ülkemden uzaktada erkekliğimi ve adamlığımı sürdürmekteydim yani.
Ardından askere gittim her erkek adam gibi. Yıllarca askerliğe ait en güzel anım, Kripto odasındaki ellialtı model santral kabininin içine sakladığım yetmişlik rakıyla atlattığım denetimdi. Nereden ve nasıl bilebilirdim ki, herkesten çok içtiğim halde bana hiç bir şey olmayışının, şişeleri devirip sarhoş olmayışımın aslında erkek adamlığımdan çok alkolizmimin habercisi olduğunu!
Herzaman ve heryerde en iyi içen, en çok içen bendim. Açıkçası sosyalizasyonum içinde gönlümce övünebileceğim bir durumdu bu. Ben de öyle yapıyordum. Arada bir çok içtiğimi söyleyenler olmakla birlikte, onların içemedikleri için böyle söylediklerini düşünüyor ve daha çok içiyordum.
Alkolizm kelimesi ise hiç bir şey ifade etmiyordu. Zira, köprü altında yatan, evsiz barksız pejmurdelerle (yani alkoliklerle) ne gibi bir benzerliğim olabilirdi ki benim?! Ben akşamları, tam donanımlı sofralarda içen bir alkol virtiözüydüm sadece. Üstelik bu pek de hoş bir durumdu. Bu arada, içten içe, “Acaba bu gece içmesem uyuyabilir miyim?” diye kendime sorup, bunu denediğim her defasında, kalkıp mutlaka içmem gerekiyordu ama olsun. “Neden kendime eziyet ediyorum ki, içki beni rahatlatıyor.”diyerek gerçeği bulmayı başarıyordum!
Bir gün, her sıradan insan gibi ben de aşık oldum. Evlenmek istiyordum. Tabii herzamanki gibi içiyordum. İçtikçe daha güzel şiirler yazıyordum üstelik aşkıma! Nişanlandık.....
O dönemde, annem, teyzem ve anneannemden oluşan quartet üçlüsü ile aynı evde yaşamak gibi bir zorunluluğum olduğundan ve akşamları şişelerin dibini bulmak bu üçlü tarafından hiç hoş karşılanan bir durum olmadığından, sadece odamda içiyordum. İçiyordum ve şiir yazıyordum! Tüm sanatçılar gibi benim de böyle içiyor olmam kadar normal ne olabilirdi ki?!
Bir sabah uyandığımda, çok garip bir şey oldu; Yataktan kalkar kalkmaz, yere yığıldım. Neden oldu, nasıl oldu bilmiyordum. Bin bir güçlükle banyoya ulaştığımda, aynada bana bakan yüz sanki başka biri gibiydi. O yüzü hiç silemedim hafızamdan ama hiç anlatamadımda kelimelere sığdırarak.
İçimden gelen bir ses, bana biraz içersem bir şeyimin kalmayacağını söylüyordu. İnandım ve biraz içtim. Ne de olsa çivi çiviyi sökerdi. Gerçekten de öyle oldu, çivi çiviyi söktü. Birden bire iyileştim. Harika hissediyordum kendimi.
O günden sonra, her sabah aynı şekilde uyanıyor, yataktan bin bir güçlükle kalkıyordum. Banyoya ulaşıp, banyo dolabındaki sabunların arkasına sakladığım rakı şişesini kafama dikip, neredeyse yarım şişe rakıyı bitirinceye kadar. Sonra tamamen iyileşmiş olarak oturuyordum kahvaltı sofrasına. Sadece, sıcak musluk suyuyla karıştırılmış rakının ağzımda bıraktığı iğrenç tat ve ara sıra aynı nedenle olduğunu sandığım mide bulantım oluyordu okadar.
Bana ne olduğunu gerçekten anlamıyordum. Sadece iyi olabilmek, normal bir insan gibi davranabilmek, ellerime hükmederek bir bardak çayı, tabağından alıp ağzıma götürebilmek için, içmem gerekiyordu artık.
Nişanlıydım, aşıktım, evlenecektim, hayallerim vardı ve en önemlisi de bu hayallerime gencecik bir kızı da ortak etmiştim. İçinde bulunduğum durum öyle bir kaos haline gelmişti ki; Bir yandan içiyor bir yandan da ağlıyordum.
Bir sabah kesin kararımı verdim. İçmeyecek, direnecektim. Ne olabilirdi ki. Biraz terlerdim, biraz ellerim titrerdi, biraz damağım kururdu belki biraz da başım dönerdi. Kararlıydım! O sabah içmedim. Yataktan da kalkmadım. Ne olacaksa olacak ve geçecekti, sonra kalkacaktım yataktan. Ama olmadı. Bu işkenceye dört saat kadar dayanabildim ve sürünerek banyoya gidip bir yetmişliği fondipledim. Ardından, klozetin üzerine oturarak, başımdan ayaklarıma yayılan iyileşme hissimi bekledim. Çok geçmeden de iyileştim yine ve yine ağladım hıçkırarak. İtiraf etmek, kabullenmek zordu ama bir problemim olduğu kesindi artık. Adı neydi acaba bu problemin? Alkolik olamazdım ya? Alkolizm böyle bir şey değildi ki. Ben hala evimdeydim ve üstelik toplum içindeki yerimden de bir şey kaybetmiş değildim. İşe giderken cebimde bir şişe cep kanyağı, çantamda da yassı şişe bir otuzbeşlik gordon cin olduğunu da benden başka kimse bilmiyordu! Kimseye anlatmamıştım, uzayan toplantılarda, karşımdaki yüzlerin nasıl birer içki şişesine dönüştüğünü. Taaki, Karaköy rıhtım’daki birahanelerden birine girip, sabahın 08:30' unda bir bardak votkamı yudumlarken, karşımda oturmuş ve bir yetmişlik rakı açtırmış ihtiyara, olup bitenleri anlatana kadar. O adam bana bir şey söylemedi ama gözlerimin içine bakarak, öyle yaşlar döktü ki gözlerinden; Saatlerce anlatabileceklerinden çok fazlasını itiraf etti bana. O adamı da hiç unutmadım!
yazı uzun devamı burada : http://www.adsizalkolik.com/yasam_oykuleri_cengiz.htm
Yorum